1 Aralık 2018 Cumartesi

KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI- 39- “ Bu bir kız çocuğuydu-

Bunun neresine su dökeceksin der gibi bir işarette bulundum Sonra birden, çocuğa gel işareti yaptım.
Geldi. Su dökmeye hazırlanırken durdurdum. Sordun:
—Senin baban ne iş yapıyor?
—Öldü, dedi.
—Annen?
—Annem hasta.
—Böyle mi öğrettiler sana? Soran olursa böyle böyle mi de
dediler.
Sesim sert çıkmıştı. Belki korktu. Başını öne eğdi. O zaman fark
ettim. Bu bir bir kız çocuğuydu.
Kolundan tuttum, sarstım:
-Birde kız kılığına mı girdin sen?
Ağlar gibi oldu.
Devam ettim:
—Ne biçim aileniz var ya sizin. Bir türlü bitmiyorsunuz.
Su bidonu çocuğun elinden aldım. Bir kenara fırlattım.
-Beni evine götür, dedim. “Annene babana söyleyecek bir çift
sözüm var.
On dakika, belki on beş dakika sonra eve benzer bir yere, benzer
demek de mümkündeğil, bir yere geldik. İçeri girdik
Tek bir göz oda. Bir yer yatağı. Yatakta halen yatmakta olan bir
Kadın. Hasta, hem de çok hasta olduğu her halinden belli.
Ne diyeceğini şaşırdım. Çocuğa sordum:
—Annen mi?
Belli belirsiz “ evet” dedi.
-Siz burada mı yaşıyorsunuz?
Başını öne düşürdü.
—Sen mi bakıyorsun bu annene? Baban yok mu hakikaten?
—Yok
—Senin adın ne?
—Nevin.
—Okula gidiyor musun?
—Gidiyorum.
—Kaça?
—Orta ikiye.
Çocuk birden ağlamaya başladı ama ne ağlayış. Gözlerinden
yaş değil sel akıyor sanki, Annesi bin bir güçlükle kalkmaya çalıştı. Sanırım yardımsız da kalkamıyordu. Bu arada içeriye beş altı yaşlarında üstü naşı perişan bir oğlan çocuğu girdi. Nevin’in yanına gitti “ abla” diye sarıldı. O da ağlamaya başladı.
Dakikalarca ağlaştılar. Bin bir güçlükle onları sakinleştirdim.
Nevin’den okulunun adını aldım.
Umut verici sözler söylemeden oradan ayrıldım.
Mezarlıkçıktan çıkınca bir kahveye girdim. Garsondan bir kâğıt
ile bir de kalem aldım.
Karpuzcu Hüsnü’nün Karısına, diye başlayan bir mektuba
başladım.
Sen, Karpuzcu Hüsnü’nün karısı lafına kafayı takıp bana kafayı
yedireceğine Nevin’e kafayı tak ve de bir şey yapamamanın çaresizliği içerinde kafayı ye, dedim. Altına da imzamı attım
Karpuzcu Avukat Hüsnü

O an karımın bu yazdıklarıma da kafayı takacağını ve bir şekilde
bana ulaşacağını sanıyordum öyle de oldu:
Ertesi günü Nevin’in okuluna giderken telefon çaldı. Arayan
baldız Binnaz’dı. Malum sözlerden sonra “ ya enişte…” diye asıl mevzuya girdi.
—Evet Binnaz, dedim “O mektubu karpuzcu Hüsnü olarak
annenize, sonra düzelttim, annenize diyorum ablanıza ben yazdım.”
Tabi ki konuyu bilmediklerinden bir şey anlayanmışlar.
Nevin’in adresini verdim. “Bu adrese gidin o mektupta neler yazdığını öğrenin çok merak ediyorsanız, dedim. “Etmiyorsanız da yırtıp atın.” Sonra da “ güle güle “deyip telefonu kapattım.
Beş dakika kadar sonra da Nevin’in okuluna vardım. Müdür
Bey’i buldum. Kendimi tanıttım. Olanları anlattım.
— Bu kız ve ailesi için bir şeyler yapamaz mıyız, dedim.
Müdür Bey,
—Yapın Hüsnü Bey, dedi.
Böyle bir cevap beklemiyordum. Bozuldum. Belki ten rengim de
, Müdür Bey de bunu gördü. Ortamı yumuşatmak için:
-Buradaki çocukların çoğu böyle Hüsnü Bey, dedi. “Nevin
yine iyilerden…”
—İyilerden mi? Ne diyorsunuz Müdür Bey? Ondan da mı
kötüsü var?
—Nevin ile ailesine maddi olarak yardımcı olmak istiyorsanız
sınıf öğretmenine aracı olsun, dedi.
Böyle bir şey düşünmemiştim, kem küm ettim. Gülümsedi,
ancak bu gülümseyiş alaycı bir gülümsemeydi
—Mesela siz ayda beş yüz lira veremez misiniz Nevin’in
Ailesine? dedi
Sordum:
—Okulun, aile birliği falan böyle öğrencilere yardım etmiyor
mu?
Sinirlendi:
—Anlatamadım herhalde Hüsnü Bey, dedi. “ Okulun hemen
hemen tamamı beş aşağı on yukarı aynı durunda. Biz hangi birine yardımcı olalım. Ama siz bir vatandaş olarak örgütlenebilir hiç olmazsa bazı öğrencilerin rahatlaması için bir şeyler yapabilirsiniz.
—Anladım, dedim.
Odada kısa bir sessizlik oldu. Müsaade isteyip oradan ayrıldım
orada burada şurada bir damla su içmeden bir kokma ekmek ağzıma almadan dolaştım. Ertesi gün akşama doğru uyandım. Bir bardak çay içtim. Lokantaya indin tam bir şeyler atıştırıyordum tam karşımdaki masada oturan yaşlı bir kadına gözüm takıldı. Bugün büroma gelmesi için hocama randevu vermiştim. Saate baktım randevu saati çoktan geçmişti. Bir ihtimal deyip sofradan kalktım bir taksiye indim. Büroya koştum. Büroya varınca saate baktım. Yine bir ümit karşı komşunun kapısını çaldım.
Kapı açılır açılmaz da sordum:
—Yaa Bekir, beni bugün hiç arayan soran oldu mu?
Bekir:
—Evet, dedi. İki saat kadar önce yaşlı bir kadın elinde birkaç
dosya ile sordu seni
—Ne dedin?
Soruma şaşırdı:
—Ne diyeceğim, dedi. “Burada öyle biri yok dedim,”
İki elime birbirine vurdum. Hayıflanarak ,” yapma yahu!”
Kendini suçlanmış gibi hissetmiş olmalı ki,
—Ne yapma yahusu, dedi. “ Gelen giden olursa burada böyle
biri yok” diyen sen değil misin?
—Bu başkaydı, dedim.
—Başka olduğu belli dedi. Merdivenlerden inerken sürekli “
gene aldattın ya beni Hüsnü” diye söylendi durdu.
Büroya uğramadan Bekir’e bile “ neyse hoşça kal falan demeden aşağıya indim. Moralim son derece bozulmuştu. Bu moral bozukluğundan yaşayacağım güzel bir şey azıcık kurtarabilirdi beni.

DEVAMI VAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder