BİR ÇUVAL ALTIN
Bir varmış bir yokmuş. Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken Kaf dağındaki beldelerin birinde üç gün tellal çıkmış. Mevsim Dede, elmaları için üç günlüğüne bekçilik yapacak birini arıyormuş Üç gün için görevi üstlenecek kişiye tamı tamına da 100 altın verecekmiş.
Duyuruyu öğrenenler çok sevinmişler, işlerimi güçlerini bırakıp Mevsim Dede’ye gitmişler ama Mevsim Dede’nin şartları varmış. On bin dört yüz üç elmasından biri bile zayi olursa para verilmeyecek ve de o kişi on sene Mevsim Dede’mn yanında karın tokluğuna çalışacakmış.
Bu duruma, işe talip olanlar kızmış, duyanlar da şaşmış kalmış.
Mevsim Dede, aradığı elemanı bulamayınca ne yapacağını kara kara düşünmeye başlamış. Başka alternatifler de her ne hikmetse aklına gelmiyormuş. Tam ümidini yitirmekte olduğu bir gün küçük bir çocuk Mevsim Dede’nin kapısını çalmış
—Ben şartlarınız kabul ediyorum, demiş.
Mevsim Dede canının çok sıkkın olmasına rağmen bu cesarete çok gülmüş. Sonra da çocuğun kulağından tutup “ Gel bakayım” demiş. Çocuk, Mevsim Dede’nin gülmesinin ardından da kulağına yapışılmasından korkmuş ama belli de etmemiş.
Biraz yürüdükten sonra üç köpeğin yanına varmışlar. Bunlar Mevsim Dede’nin köpekleriymiş. Sahibini gören köpekler havlayarak ileri atılmışlar ama bağlı olduklarından bir şey yapamamışlar.
Mevsim Dede küçük çocuğa dönmüş:
—Elmalarımdan bir elma bile eksilirse seni bu köpeklere yem ederim, demiş. Bu da kabul mü?
Çocuğun beti benzi atmış. Yutkunmuş. Köpeklere gözlerine kısarak bakmış. Tüm cesaretini toplayarak:
—Tamam, demiş.
Mevsim Dede buna da çok şaşırmış.
— Cesaretini takdir ettim ama bir şartım daha var demiş. Bunu da yaparsan elma bahçemi üç günlüğüne sana teslim edeceğim.
Küçük çocuk buna da tamam demiş. Mevsim Dede de o malum şartlarını söylemiş.
O akşam küçük çocuk, annesinin dizi dibine oturarak her şeyi tek tek ne bir eksik ne bir fazla anlatmış. Annesi olumlu ya da olumsuz hiçbir şey dememiş. Sadece oğlunun elini tutmuş, sıkmış. Küçük çocuk bunun “ Ne diyeyim hayırlısı ne ise o olsun” demek olduğunu anlamış “ inşallah ” deyip başını sallamış.
Küçük çocuk ertesi gün tan ağarmadan kalkmış. Banyosunu yapmış, giyinmiş. Mevsim Dede’nin isteğini yerine getirmek için fazla vakti yokmuş. İlk olarak, o dakikalarda tarlasında çalışarak alın teri ile nafakasını çıkartmaya çaba sarf eden Keramet Dayı’ya gitmek istemiş. Dışarı çıkmış bir de ne görsün, Keramet Dayı’nın eşeği kapıda bekliyor.
Eşek:
— Adım Zırva, demiş. Keramet Dayı’ya gitmek istiyorsan gel götüreyim seni. Küçük çocuk, peki deyip eşeğe binmiş. Göz açıp kapayıncaya kadar da Keramet Dayı’nın tarlasına varmışlar.
Küçük çocuğun anlattıklarını dinleyen ve onun yardım talebini alan Keramet Dayı,
— Sana yardım etmeyi çok isterim ama evladım benim değil yüz, bir altınım bile yok, demiş.
Çocuk da
— Ama akıllısınız ve deneyimlisiniz. Bana akıl verip yol gösterebilirsiniz, diye karşılık vermiş.
Keramet Dede’nin ilk önerisi de ikinci önerisi de çocuğun hoşuna gitmemiş. Yapmayı düşündüğü şeyi söylemiş, Keramet Dayı da “ tamam” demiş. “ Bir dene bakalım. Benim görebildiğim kadarıyla denemekte bir sakıca yok.”
Keramet Dayı’dan alacağını alan çocuk düşündüğünü gerçekleştirmek için vakit kaybetmeden kolları sıvamış.
Göz açıp kapayıncaya kadar akşam olmuş. Keramet Dayı toparlanırken küçük çocuk gelmiş. Keramet Dayı daha bir şey sormadan: “ Bir altın bile toplayamadım” demiş. “Kapı kapı dolaştım ama kimse değil yüz altın bir altın bile vermedi.”
Keramet Dayı:
—Tüm evleri dolaştın mı, diye sormuş
Çocuk, iç geçirerek “ evet” demiş ama Keramet Dayı’nın bildiği bir şey varmış.
Keramet Dayı, ses tonumu biraz değiştirerek cevabı onaylattırmak istemiş:
—Bir ev bile atlamadığından eminsin değil mi?
Çocuk, evet yerine
— Zaten kimse bir şey vermedi, demiş.
Keramet Dayı, az evvelki sorusunu küçük çocuğun gözleri içerinse bakarak tekrar etmiş.
Çocuk, biraz düşünmüş sonra,
— Bizim evin yanında yaşlı bir nine var ama o zaten veremez. Onun yemeğini bile biz veriyoruz. Evinde de doğru dürüst bir şey yok, demiş.
Keramet Dayı, küçük çocuğun omzuna sevgi emaresi olarak dokunup:
— Ama demiş “ O şu anda çok üzgün olabilir.”
— Niye?
— Burası o kadar büyük bir yer değil. Küçük bir çocuk ev ev dolaşıp yardım istiyor diye duyduysa kendisine uğranılmaması onu kırmış olabilir.
— Ama onun parasının da altının da olmadığını ben biliyorum.
— O başka o başla.
— Birde ona mı uğrayıp sorsaydım keşke?
— Onu atlaman onu üzmüş olabilir.
Küçük çocuk pek bir şey anlamamış ama Keramet Dayı’nın bir bildiği olsa gerek deyip:
—Tamam o zaman, demiş. “Şimdi giderken ona da uğrarım ondan da altın isterim.”
Gerçekten de küçük çocuk eve dönerken bahsettiği nineye de uğramış, olup bitenleri anlatmış ve demiş ki:
—Varsa bana yüz altın yoksa birkaç altın o da yoksa satıp altına çevirebilmem için bir şeyler verebilir misiniz? Elmaları tam teslim edince borcumu hemen öderim.
Nine, güzlüklerini çıkarmış. Gözlük camlarını silmiş. Bu arada küçük çocuk da “ Bende altın ne arar, benimle dalga mı geçiyorsun sen? ” diye bağıracağını düşünerek korkuyormuş ama çok şaşırtıcı bir şey olmuş. Nine
—Mevsim Dede’ye git, yarın öğle köy kahvesinin önünde altınları vereceğini söyle. Başka da bir şey sakın ola ki söyleme” demiş
Küçük çocuk “ tamam” deyip oradan ayrılmış Mevsim Dede’ye haberi vermek için koşmaya başlamış. Tam kahvehanenin önünden geçerken Mevsim Dede’yi masalardan birinde çay içerken görmüş. Yanına yanaşmış. “ Yarın öğlen altınları buraya getireceğim. “demiş demesi ile birlikte de kahvehanedekilerin şaşkın bakışları arasında orada bulunanların soru sorulmasına olanak bırakmadan oradan uzaklaşmış.
Altınların öğle üzeri kahvehanenin önünde olacağı haberini ertesi günü öğleye kadar herkes duymuş. Çoluk çocuk kadın kız herkes ertesi günü öğleye doğru kahvehanenin etrafını hınca hınç doldurup beklemeye koyulmuşlar. Derken köşede sırtında bir çuval olduğu halde nine belirmiş. Ninenin yanında da küçük çocuk varmış. Merak iyice artmış, nefesler tutulmuş
Nine, kalabalığı görünce çok sevinmiş. Onları ortalayıp durmuş ve demiş ki:
— Çocuklarım, bu çuvalın içi altınla dolu. Dedelerden ebelerden bana kaldı ama benim bırakabileceğim kimsem yok. O nedenle ben de bu altınları sizlere bırakmaya karar verdim. Şimdi hepinize üçer altın dağıtacağım. Helâlı hoş olsun.
Herkes bu habere çok sevinmiş, altınlar dağıtılmaya başlayınca sevinçleri daha da artmış.
Göz açıp kapayıncaya kadar altınlar dağıtılmış. Mevsim Dede’de üç altın verilmiş. Tesadüfen Mevsim Dede’ye üç altını lükçük çocuk vermiş. Mevsim Dede de ona şöyle demiş:
— Ben yüz altın isterim. Benim yüz altımım nerede?
Herkes gibi mime de Mevsim Dede’nin dediğini duymuş, duyunca da kalabalığa dönerek şöyle demiş:
—Yaşlılık işte. Çocuğun altınlarını da yanlışlıkla çuvala koyuvermişim. Ama bu çocuğun da altına ihtiyacı var, sebebini de hepiniz biliyorsunuz.
Ve sonra, cebimden bir kese çıkartıp hemen oradaki bir ağacın dalına asmış,
—Ben inanıyorum sizler buradan geçerken bu keseye birer altın atacak ve de bu çocuğun ihtiyacını gidereceksiniz, deyip ilk altını keseye koymuş sonra da oradan uzaklaşmış.
Altınları alan halk tarafından yüz altın bu keseye atılmış mı, kesedeki altın sayısı yüzü bulmadıysa nine tarafından yüze tamamlanmış mı bilinmez ama ninenin altınları masal icabı sihirliymiş. Her zaman olduğu gibi aç gözlülük yapanların, almayı bildiği halde vermeyi bilmeyenlerin altınları birkaç saat içinde teneke parçasına dönüşmüş, aç gözlü olamayanların iki altını da yaptıkları iyilik oranında gün gün artmış. İyilik yapanlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder