POĞAÇA
Bir ses ile beyinledi. Uyumuştu, başı
da öne düşmüştü. Saniyelik iş.
Başını kaldırdı sesten dolayı.
Karşısında on beş, on altı bilemediniz on sekiz yaşında bir kız vardı. . Tatlı
tatlı gülümsüyordu. Elinde bir tepsi vardı. Üzerinde de bir tabak, bir su
bardağı da çay.
“ Annem poğaça yapıyordu da, burnunuza
kokmuştur diye gönderdi.”
Şaşkındı adam. . Kırk yıl düşünse
aklıma böyle bir şey gelmezdi de. Donup
kalmıştı. Tepkisizliği kızcağızı be yapacağını bir duruma sokmuştu. Elinde
tepsi kalakalmıştı zavallıcık. Teşekkür ederek uzanıp alma gibi bir eylemde
bulunmadığımdan ötürü anlık bir tereddüdün akabinde biraz yanaştı, üzeri peçete
ile kapatılmış plastik tabağı ve çay dolu bardağı tepsiden alarak dikkatli bir
şekilde oturmakta olduğu bankın üzerine, yanına bıraktı. Gözlerinin içine
bırakarak:
“ Afiyet olsun” dedi.
Kızın arkasından bile bakmadı.
Bakamadı. Kendine gelmeye çalışıyordu.
Gevher Bey, kendini biraz toparlayınca,
yan tarafına döndü. Peçeteyi kaldırdı. Tabakta üç poğaça vardı ve sıcaktılar.
Belli ki yeni yapılmışlardı. Mis gibi de kokuyorlardı. Çay da tertemiz bir
bardaktaydı ve tavşankanıydı.
Gevher Bey, ayıp bir şey yapıyormuş
gibi etrafına bakındı. Kimse yoktu.
Poğaçanın nereden geldiğini tahmin edebilmek için etrafına bakındıysa da
netice alamadı. Saat yedi olmuştu, yani
yanan elektriklerden de tahmin etmesi de olanaksızdı. Hava sıcak olduğundan da
pek çok dairenin balkonlara bakan kapıları açıktı.
Gevher Bey, birkaç kez kalkıp oturdu.
Karar veremiyordu. Poğaçaları yemeli çayı içmeli miydi? Onları orada olduğu gibi
bırakıp oradan ayrılmalı mıydı? Ya, poğaçaların ve çayın içine bir şey katmışlarsa. Bu
olasılık da aklına geldi, gelince onları oraya getiren kızın tatlı sesini,
tatlı gülümsemesini anımsadı, kendi kendine kinayeli “aferin sana Gevher” dedi.
“Olgunlaşacaksın da ben de göreceğim.”
Gevher Bey’in babası geçen ayın
17’sinde rahmete kavuşmuştu. Namazında niyazında bir adamdı. Özellikle sabah
namazını mutlaka camide kılardı. Onun ölümünden sonra Gevher Bey de babası gibi
sabahları camiye gider olmuştu. Geçen hafta cami çıkışında şu anda oturmakta
olduğu parkın önünden geçerken kendisini fena hissetmiş parkın içine girerek
banklardan birine oturmuştu. Ondan sonraki günde cami çıkışında parka uğramış,
bir süre sağına soluna bakındıktan sonra bu bankı gözüne kestirmiş ve yarım
saat kadar kalmış, tespih çekmiş geçmiş günleri anımsayarak kâh hüzünlenmiş kâh
neşelenmişti. İşte o günden sonra da her cami çıkışında buraya gelip yarım saat
kırk beş dakika kadar oturmak âdeti olmuştu. Bu durum ona iyi de gelmeye
başlamıştı.
Parkın üst girişinden belediyenin
temizlik işçisi girdi. Girer girmez de süpürme işine girişti, suratsız bir hali
vardı. Süpürgeyi, birilerini cezalandırmak istercesine kullanıyordu.
Bir köpek koşarak kapının birinden
ötekinden çıktı. Arkasından bir köpek daha…
Bir delikanlı, parkın girişinde biraz
durdu, parkı mı süzdü, gideceği yere karar verememenin tereddüdünü mü yaşadı
belli değil. Bir sigara yaktı. Yürümeye başladı. Gevher Bey'in yanından
geçerken:
“ Selamünaleyküm” dedi. “ Günaydın” da
dedi.
Gevher bey zor duyulur bir sesle selamı
aldı.
“ Aleykümselâm oğlum.”
“ Afiyet olsun.”
“ Buyur al bir tane.”
Delikanlı durdu. Döndü. Poğaçalardan
birini aldı, ağzına attı. Eliyle “ eyvallah” işareti yaparak gitti.
Miyavlayınca kediyi de fark etti Gevher
Bey. Biraz ilerideki ağacın dibindeydi. Geldiğinden beri mi oradaydı belli
değil. Belli olan “ yiyecek” istiyordu. Poğaçanın birini aldı, böldü, kediye
atacakken duraksadı. Ya ikramı yapan şu anda kendisine bakıyorsa? Empati
kurarak hadiseyi düşündü, ne kadar hoş olmadık bir durumdu. Ama, yarısını
ağzına atar yarısını verirse ikramda bulunanın hoşuna bile gidebilirdi.
Düşündüğünü gerçekleştirdi. Poğaçanın yarısını ağzına attı yarısını kediye.
Kedi, poğaçayı kokladı sonra da poğaçayı ağzına alarak oradan uzaklaştı. Beki
de yavrusu vardı, ona götürüyordu, ya da kendince bir düşüncesi. Gevher Bey,
böyle düşündü, duygulandı gözleri doldu. Bir yerlere gitti. Yapmış olduğu
gezinti esnasında da poğaçaları yedi farkında olmadan, çayı da içti. Boşalan
çay bardağını aldı ayağa kalktı. Oraya mı bırakıp gitseydi, bankın altına mı
koysaydı, yoksa eve götürüp yarın, sahibi gelir alır diye umsa mıydı?
Bankın üzerine bırakmaya karar verdi,
Nasıl olsa sahibi görüyordu burayı, kendisinin gittiğini görünce neticeyi
görmek için muhakkak ki gelirdi. Tabağın üzerine bardağı kapattı. Ağır
adımlarla evin yolunu tuttu.
Evde, karısı “ Allah kabul etsin!”
diyerek kapıda karşıladı Gevher Bey'i her zaman olduğu gibi. Gevher Bey de “
Allah razı olsun” dedi. Ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giydi. Boy aynası
hemen oradaydı. Karşısına geçti. Kendini süzmeye başladı. Önden baktı, arkadan
baktı yandan baktı, üzerindekileri çekiştirerek baktı.
Suzan Hanım, salon kapısından içeri
girmek üzereyken fark etti kocasının yaptıklarını. Bir anlık tereddütten sonra
döndü;
“ Hayrola Gevhe! Ne yapıyorsun?”
“ Aynaya baktım da. “
“ Niye? “
“ Ne demek niye? Benim bildiğim aynaya bakılır hanım.”
“ Bakılır da dışarıya çıkmıyorsun ki.
Hem senin dışarı çıkarken bile aynaya baktığın vaki değildir.”
Suzan Hanım, kocasına doğru birkaç adım
attı:
“ Biri bir şey mi dedi kıyafetine. Sen
önce aynaya bak falan mı diyen oldu?”
Gevher Bey, karısına döndü:
“ Benim acınacak bir halim falan mı var
Suzan?” dedi.
Suzan Hanım’ın beklemediği bir soruydu
bu. Hem soruya hem sorunun amacına bir anlam veremedi.
“ Gelirken giderken biri bir şey mi
dedi sana??” dedi tekrar. Ses tonu biraz değişmişti. Muamma dolu sözler,
tavırlar Suzan Hanım'ı her zaman rahatsız ederdi.
Gevher Bey, salona doğru yürüdü,
karısının yanından geçerken onun omzuna dokundu:
“ Anlatırım sonra” dedi.
Suzan Hanım,
“ Haydi” diye karşılık verdi kocasına.
“ Elini falan yıka kahvaltı hazır. “
“ Ben kahvaltı yapmayacağım bugün.”
Suzan Hanım, mutfak kapısından içeri
girmek üzereydi sözü işittiğinde. Bu da vaki değildi. Durdu, döndü:
“ Kahvaltı yapmayacak mısın?”
Gevher salon koltuklarından birine
oturmuştu. Suzan Hanım, onu görebileceği kadar yürüdü. Gevher Bey'de onu gördü:
“ Evet” dedi. “Ama bir bardak çay
içerim “diyecekti ondan da vazgeçti.
Suzan, Hanım, rengi solmuş taburesini
pek severdi. Geçen yıl ölen
görümcesinden hatıraydı. Sağına soluna bakındı, odaları dolaştı, balkonda buldu
onu. Dünkü yağmurdan dolayı hala nemliydi ama aldırmadı Eline aldı, salona
geçti, kocasının karşısına koydu. Üzerine de oturdu: Başını sallayarak sordu:
“ Ne oldu?”
Gevher Bey, istenilen cevabı anladı ama anlamamış
gibi yaptı. Sordu:
“ Ne ne oldu?”
“ Giderken böyle değildin.”
“…
“ Ya giderken, ya camide, ya camiden
gelirken bir şey olmuş.”
“
...
“ Beni yormada anlat hade.”
Gevher Bey, karısının gözleri içine
baktı, gülümsedi:
“ Beni okumaktan, beni biraz olsun
benimle bırakmaktan hiç vazgeçmeyecek misin?”
“ ...
“ Ruh halimi yürüyüşümden mi
anlıyorsun, saçımdan mı anlıyorsun çözemedim ben bu muammayı.”
“...
“ Sen olmasan ben ne ...”
Gevher Bey, sustu. Suzan Hanım’ ın
gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Gayriihtiyari sesini yükseltti.
“ Ne oldu şimdi?”
“...
“ Seni ağlatacak ne söyledim şimdi ben?
“
Suzan Hanım, burnunu çekti. Burnunu
elinin tersi ile sildi. Gülümsedi. Kocasının,bu hareketlerine “ ya sabır
çekerek” sevgi ile güleceğini iyi biliyordu. Yanılmadığını gördü, ruh hali de
değişti. Kocasının sağ elini avuçları içine aldı.
“ Anlat” dedi. “ Ne oldu?”
“ Kahvaltını yaptın mı?”
Suzan Hanım, kocasının elini bıraktı.
Ellerini dizlerine koydu:
“ Yaptım. Sen gelmeden tıka pasa,
çatlayıncaya patlayıncaya kadar yedim, içtim.”
Gevher Bey'in içine bir sevgi, bir
mutluluk, bir neşe geldi: Kalktı:
“ Beni lafa tutma “ dedi. Başıyla mutfağı
işaret ederek de sözlerini tamamladı,
“ Masadaki nimetleri kızdıracağız. “
Çay da zift gibi olacak Kalk”
Mutfağa geçtiler. Gevher bey, masaya
oturdu. Dilimlenmiş ekmeklerden bir parça kopardı, üzerine yağ sürdü ağzına
attı. Suzan Hanım, demlik altına bakıp söylendi:
“
Lafa tuttun beni, hiç su kalmamış çaydanlıkta.”
“ Bir bardak vardır herhalde.” Çay
bardağını uzattı: “ Doldur şunu.”
Suzan Hanım:
“ Sen bekleyeceksin” dedi. Kendine bir bardak zar zor çay doldurdu sonra
da çaydanlığa su. Oturdu, çayına şeker atacakken kocası müdahale etti:
“
Şekerini attım ben. Karıştırdım da.”
“ Eferin sana” dedi yöresel
ağızla“ Suzan Hanım. Çayından bir yudum
aldıktan sonra da ekledi: “ Anlat!”
Gevfer Bey, bir şeyi uzun uzun ballandıra
ballandıra anlatmaktan haz edenlerden değildi:
“ Camiden gelirken, bir soluklanayım
diye her zaman oturduğum parktaki banklardan birine oturmuştum, genç bir kız
birkaç poğaça ile büyük bardakta bir çay getirdi. Annesi yapmışmış da, burnuma
kokar diye göndermiş...”
“ Yani?”
“ Yanisi manisi yok. Bu kadar işte.”
“ Şimdi banka oturdun.”
“ Evet.”
“ Yanına genç bir kız geldi.”
“ Evet.”
“ Sana üç dört poğaça ile bir bardak
çay getirdi.”
“ Aynen öyle.”
Suzan Hanım, bardağından bir yudum çay aldı:
“ Şimdi ne var bunda onu anlayamadım
ben.”
“ Anlayamayacak ne var bunda Suzan?
“ Yani, sen geldiğinden beri buna mı
bozuk çalıyorsun.”
“ Ne bileyim, bayram değil seyran değil
enişte beni niye öptü gibi geldi bana. Çay altı kaynamadı mı daha?.”
“ Sen artık yaşlanma moduna girmişsin.”
Gevher Bey, kalktı. Çayını doldururken
de sordu:
“ O ne kız?”
“ Ne bileyin işte. Duyuyorum
televizyonda melevizyonda.”
“ Ya kötü bir şeyse.”
“Orasını bilmem.”
“ Bardağını uzat, senin çayını da
doldurayım.”
“ Boşa yanmasın altı. Çaydanlığı getir
şuraya.”
Gevher Bey, çay dolu bardağı masanın
üzerine bıraktı. Sonra karısının çayın doldurdu. Çaydanlığı da masanın üzerine
koydu. Masaya otururken de,
“ Hayır ola?” dedi.
“ Ne hayrolası.”
“ Gözlerin bir başka bakıyor.”
“ Aferin be. “
“ Ne yaptım ki. İlk defa mı çayını
dolduruyorum.”
“ Sana demedim.”
Gevher Bey, şaşırdı.
“ Bana demedin mi? Kime dedin öyleyse?”
“ O kıza.”
“ Hangi kıza.”
“ Anasına da bravo. Tanımak isterdim.
Osmanlı kadınıymış. Maşallah.”
“ – Hanım sultaaaan! Ne oluyor? Geldi
mi gelenler gene. Kime maşallah. Kim Osmanlı kadınıymış?”
“ Sana poğaça getiren kız diyorum.”
“ ...
“ O saatte kalkmış, giyinmiş. Hade
onları geçelim, “ Deli misin anne, elin herifine “ dememiş, senin tavrına bozulmamış...
“ Allah hayrını versin be Suzan. Ben ne
görüyorum sen ne görüyorsun.”
“ Valla bir oğlum olsa bu kızı gözüm
kapalı alırım.”
Gevher Bey, uzun uzun karısının yüzüne
baktı.
Suzan Hanım, masanın
üzerindekilerden bazılarını topladı. Kocası gözlerini dikmiş kendisine
bakıyordu hala.
“ Niye öyle suratıma bakıp duruyorsun? Beğenirsen alacak mısın?” dedi.
“ Samimi söyle, hiç içine kurt murt
düşmedi mi?”
“ Ne kurdu düşecek ki?”
“ Vallahi mi düşmedi?”
“ Ne oldu ki?”
“ Ne oldu diyorsan düşmemiş belli de...
Gevher Bey, boşalan çay bardağını
karısına doğru uzattı:
“ Şuna bir bardak çay daha
doldursana. Biraz açık koy ama...”
Suzan Hanım, bardağı aldı çayı
doldurdu. Kocasının önüne iterken sordu:
“ İçime kurt düşürecek bir şey mi
yaptın?”
Gevher Bey, çayından bir yudum aldıktan
sonra:
“ Ne bileyim hani, eşeğin aklına karpuz
kabuğu düşürmüş gibi olmayayım ama,
“...
“ Kıskanırsın falan diye düşünmüştüm
hani.”
“ Kıskanmak mı, niye?”
“ Poğaça falan gönderildi ya. Hani ne
bileyim aklına başka bir şey falan gelir diye düşünmüştüm.”
Suzan Hanım, anladı. Gevrek gevrek
güldü:
“ Talibin varsa, bir dakika
durmayabilirsin. Geç onları artık.”
Gevher Bey, çay bardağını eline aldı.
İyice soğuduğu belliydi, bardakta kalanı bir dikişte içti:
“ Yani, senin gözünde miadımı doldurdum
mu?
“ Neye sayarsan say.”
“ O zaman benim için de aynı şey
geçerli bak. Bak, ilk sen söyledin ona göre. Kadın bana göz möz koyduysa
karışmam. “
“...
“ Bakma öyle bana hiç. Madem beni
gözden çıkarttın.
“ Bak hele...
“ Bak helesi melesi yok. Sen kendin
dedin, alan varsa git demeye getirdin.”
“ Maşallah bakıyorum dünden razısın ama
kendi kendini kandırma, kim ne etsin bu yaştan sonra seni. Benden başka senin
kahrını çeken olur mu be adam?”
“ Senin kahrını çeken olur mu?”
“ Valla doğruyu söylemek gerekirse
senin de benim de olmaz. “
“ Şimdi ben ne yapacağım onu söyle sen?
“ Neyi ne yapacaksın?
“ Yarın namaz çıkışında o banka
oturacak mıyım? Ne bileyim alıştıydım,
iyi de oluyordu. Hay Allah hayrını versin be kadın, nereden çıkardın şu
poğaçayı?”
“ Atalar boşa dememiş… İyilik de
yaramıyor insana.
“ Hayır, otursam bir türlü oturmasam
bir türlü…”
“ …
“ Niye büyüttün sen bu kadar bu işi?
“ Bana acımış falan olabilir mi?”
Suzan Hanım sinirlendi, sesini
yükselterek:
“ Yani kadın şu söylediklerini duysa
yemin eder bir daha kimseye bir şey vermemeye. İçinden gelmiş vermiş. Ne olmuş
yani.
“ Ama bayram değil seyran… Ya bana
acıdı.”
Suzan Hanım kocasının ağzından sözü
aldı:
“ Ya da sana göz koydu. Bak birkaç gün
git, mutlaka yanına gelecek, şundan
bundan konuşarak evli mi bekâr mı olduğunu öğrenecek.”
“ Öyle mi dersin?”
“ Bekârım de…”
“…
“ Ya da yok yok, karımla aram iyi değil
de. Boşanacağız de. Bugünlerde bu daha modaç”
“…
“ Biraz gönlünü eğlendirirsin sonra da
karım benden boşanmıyor dersin, olur biter.”
“ …
“ Ne bakıyorsun öyle bön bön…”
“ Sen bunları ciddi mi söylüyorsun?”
“ Haydi, kalk sofradan. Benim kafamın
tasını arttırma. La havle vela kuvvete illa billahil aliyyül aziym…
Gevher Bey, ağzıyla eline fermuar çekti, bu sohbeti daha
fazla sürdürmenin iyi olmadığını düşünerek; kalktı:
“ Yardım edeyim mi sofranı toplamana?”
dedi Gevher Bey. Karısı ile göz göze geld bunu derken. i. Karısının gözleri, “
Biraz daha burada kalırsan, birkaç kelime daha edersen. tadından yenmez olacak
şimdi.” der gibiydi.” Anladı; ayaklarının ucuna basaraktan mutfaktan ayrılıp
salona geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder