15 Temmuz 2019 Pazartesi
DEVRAN DEDEMİ SAYMIŞ OLMALI
Salona girdiğimde Tayfun, masanın üzerindeki düğün davetiyesini inceliyordu. Şimdi,“yeter” dedirtinceye kadar söylenecekti. Davetiye, evden çıkmak üzereyken getirildiğinden, masanın üzerine, gelince kaldırmak üzere koyuvermiştim. Şimdi, belki de “Gelen davetiyeleri kocandan saklıyor musun sen?” diyeceksiniz ama öyle değil. Gidip gelmelere sıcak bakmadığından ortam hazır olunca duyuruyorum. Duyuruyorum ki ileri de “Niçin benim haberim olmadı?” gibi suçlama ile karşı karşıya kalmayayım.
Elinde davetiye, koltuklardan birine oturdu.
—Yeni mi geldin? dedim.
Cevap vermek gereği duymadı. Evlilik yıllandıkça böyle oluyordu işte. Oysa evliliğin ilk günleri olsa, karşılıklı” hoş geldin”ler; “neredeydin”ler, “neler yaptın”lar” gırla giderdi
Sordu:
— Bu evlenecek olanlar, Devran dedenin torunu mu?
Davetiyeye bakmış.
— Evet. Torunu ya, dedim.
— Büyük oğlunun oğlu olsa gerek değil mi? Neydi onun adı?
Devran Dede’nin zaten bir oğlu vardı. Onun adı da davetiye de yazıyordu. Ters bir şey söylemek, ukalalık etmek istemedim. Sorusuna cevap verdim.
— Murat
Davetiyeyi buruşturmuş, elinde döndürüp duruyordu.
—Sahi, onun kaç tane oğlu vardı Neriman?
— Yedi sekiz var herhalde.
Davetiyeye düzeltti, açtı, baktı: Sonra da
— Haklıymışsın, dedi.” Murat’ın oğluymuş. Anası da Aysun. Valla sokakta görsen tanımam. Şöyle hayal meyal o da çocukluktan, köyden hatırlıyorum.”
Ben, Tayfun kadar değildim. On sene öncesine kadar karısı Aysun ile görüşürdük. Gider gelirdik. Zaman zaman Murat’la da rast geldiğimiz olmuştu. Sonra koptu gitti aramızdaki ilişki.. Hatta bir konuda bir yanlış anlaşılma oldu, Aysun küstü bana. Ondan sonra ben birkaç kere aradım, ya cevap vermedi ya da buz gibi konuştu, ben de ipin ucunu bıraktım.
Tayfun, burnunu çekerek sordu:
— Davetiyeyi kim getirdi?
— Cavidan getirdi, dedim.
Tayfun, cevabı duyunca bir değişik gülümsedi. Bir an da daldı gitti. Merak ettim, sordum:
— Ne oldu?
Gözleri uzaktaydı. Değiştirmeden sorumu kendine göre cevapladı:
—Eski insanlar işte. Saygı sevgi, hoşgörü hepsi var onlarda. Devran Dede, göndermiştir davetiyeyi.
Başımla onayladım. Onaylanmayacak gibi değildi ki zaten. Onların değerlerinin kaçta kaçı bizde var.
—Sokakta görse tanımaz belki de beni. Bak, Kemal Usta’nın Tayfun diye bir oğlu olduğunu bilir ama sadece o kadar.
— Babamın hatırını saydı diyorsun yani.
Bir an sustuk. Vefa duygulanmıştı ikimizi de.
— Aslında Kemal Usta’ya geldi bu davetiye, dedi
Alınganlık da başlamıştı işte.
Murat’a deselerdi ki bir davetiye de Tayfun’ a gönderelim, Tayfun’da ki kim derdi
Bir şeyleri bir şeylere bağlayıp “ gitmeyeceğim ulan” demesine olanak bırakmamak için, bir an duraksamasını fırsat vererek araya girdim, biraz da serçe:
— Gidecek miyiz, gitmeyecek miyiz? dedim.
Aynı serlikte, “ gitmeyeceğiz” demesini bekliyordum
— Gideceğiz dedi.
Yanlış duymuş olmalıydım. Bizim yanımızda biri olsaydı şimdi, yarın bu olayı bir başkasına aktarırken, benim için “ Duyduklarına inanamadı, gözlerini koca koca açtı.”derdi.
— Düğün Koceli’ de.
— Olsun, Fizan’da değil ya. Öğleden sonra izin alırı, bir iki saat görünürüz, hayırlı olsun deriz döner geliriz. Sence de doğrusu bu değil mi?
Ciddi miydi, mesele çıkartmak için ağzımı mı yokluyordu. Bir an için ikilemde kaldım. Cevap vermezsem belki biraz daha konuşur, niyetini daha açık belli ederdi. Tahminimde yanılmamıştım. Başladı:
—Hani vardır ya, birden bire bir türlü anlayamadığız bir nedenle karşınızdaki yıkar ortalığı. Sizce ortada fol yoktur yumurta yoktur ama dolmuştur o insancık.
-…
—Anlayamazsınız.
-…
—Sizinle ilintisi yoktur ama, o davranışı nedeniyle silersiniz onu defterden.
-
— Yakaladığınız bir şey bazen, bazen…
Bir şeyler söylemek istediği belliydi de, anlatamıyordu.
—Yani, dedim.
Düğüne gidecek miyiz gitmeyecek miyiz şeklinde algılamış olmalıydı ki “yani”yi; “gideceğiz.” dedi. “ Madem insan yerine koyup çağırdılar gideceğiz.”
Bir an gözlerimin içine baktı, heyecanlandı, biraz kızardı, üzüldü, anlamlı baş salladı:
—Kaç kere kapımın önünden geçti de yani kafasını uzatıp “merhaba” demedi.
Sinirlendim:
—Uğramadıysa uğramadı, niye kafayı takıyorsun. Sen de ona uğramazsın yarın olur biter.
—Şu kartı şey yaparken aklıma geldi de Neriman. Senin hafızan kuvvetlidir. Salih geçen yıl oğlunu kestirdiydi değil mi?
— Sünnet ettirdiydi.
— Tamam, bırak şimdi kelime oyununu da
Ne söyleyeceğini anlamıştım. Konuşmasına müsaade etmeden taşı gediğine koydum:
—Davetine icabet etmedik. Bırak icabet etmeyi, telefonla bile arayıp sözde de olsa mazeret üretip hayırlı olsun demedin.
Yutkundu, öksürdü. Ve birden geçen gün bahsettiği için Mirsat da aklıma geldi:
—Çalıştığım yere kadar geldi de kapımdan içeri girmedi diyorsun Mirsat için.
İşte, ben de dolmuştum. Ses tonumu elimde olmadan gittikçe yükseltiyordum.
—Birde bozuluyorsun, üzülüyorsun; kapından içeri girip büyüklüğü ile seni yerin dibine soksaydı daha mı iyiydi. Adam üstelik kuzenin on beş gün hastanede yattı, bırak geçmiş olmasına gitmeyi, alo deyip geçmiş olsun demedin. Sen böyle bir adamsın. Şimdi de kapımı kimse çalmıyor diye sızlanıp ağlıyorsun.
Terazinin kantarını kaçırıyordum, sustum.
Beş on saniyelik bir sessizliğin ardından Tayfun yanıma geldi. Kolunu boynuma attı.
—Devran dedenin davetine icabet edeceğiz, dedi. Başımı yüzüne doğru çevirdi. Gözlerimin içine bakarak sözlerini süzdürdü :” Mirat’a kendimi nasıl affettirebileceğim konusunda bir formül üret kız!”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder