21 Nisan 2019 Pazar


BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Bir varmış bir yokmuş. Develerin tellal pirelerin berber olduğu zamanların birinde, çevresi tarafından boş gezenin boş kalfası olarak adlandırılan, mutluluğu Kaf Dağı’nın ardında arayan mutsuz bir Köksal varmış. Mutluluğu hem erişmesi güç yerlerde arar hem de oralara erişmek için hiçbir gayret göstermezmiş.
İş yapıp yorulmadığı ve de dişe dokunur güzel bir davranışta bulunmadığı için belki de, deliksiz uyku uyuyamadığı gecelerin birinin sabahında pencereden bakınca yağmurun şakır şakır yağdığını sellerin sokak aralarından şarıl şarıl aktığını, herkesin de korku dolu gözlerle etrafına bakındığını görmüş. Gördüklerinden etkilenmiş, kasılmış, ürpermiş. Perdeleri sıkı sıkı çekmiş korkudan. Kötü düşünceler de kafasına çöreklenmiş. Ses olsun diye radyoyu açıp kulak vermiş:
“ ...size,‘Zararın neresinden dönersen kardır.’ sözünü hatırlatıp birazcık frene basmanızı öneriyorum öncelikle. Aslında pek çok insan yaşamının bir yerinde bu sözü anımsıyor, güzel kararlar da veriyor ama bu kararları uygulamadıkları ya da sürdüremedikleri için bir arpa boyu yol kat edemiyor.”
Köksal, belli belirsiz gülümseyerek kendince radyodaki sohbete katılmak istemiş:
— Lafla peynir gemisi yürüse işler kolay olur hoca. Konuşmak para ile mi, konuş, kim tutar seni.
— Bakın şimdi Köksal Bey.
“Bakın şimdi Köksal Bey!” sözündeki Köksal sunucunun radyodaki dinleyicinin adıymış ama adının geçmesi Köksal’ın bir an için radyoya odaklanmasına sebep olmuş:
— Ben diyorum ki size, gelin bugün güzel, değişik bir şey yapın. Mesela ne bileyim mahalle çöpçünüze bir merhaba deyin, cebinize para koyarak alışveriş merkezine gidin ama hiçbir şey almadan geri dönün. İstemediğiniz bir şey için sırf ayıp olmasın diye evet demeyin, bir banka oturup simit yiyin ara sıra da birkaç parça güvercinlere atın. Kontrollü bir şekilde bir korkunuzun üzerine gitmeye çalışın. Şiir yazın, masal okuyun. İnanın güzel bir şey yapma kararı alır ve de yaparsanız yarınınız bugünden daha güzel olacaktır.
Köksal, radyoyu kapatmış. ” Emrin olur benim akıllı çocuğum.” demiş. Garip garip gülmüş. Sonra da havanın son durumunu görmek için pencereye yönelmişse de vazgeçmiş. Yüzü gerilmiş. Kalp atışları hızlanmış. Ellerini yumruk yapmış. Ağır adımlarla evinin küçük odasının önüne gitmiş dönmüş, gitmiş dönmüş. Bir kez, üç kez, altı kez derken o odanın kapısının önüne gidip durmuş. Derin bir soluk alarak ve de elleri titreyerek kapının koluna dokunmuş. Dakikalarca orada öylece kalmış. Soğuk soğuk terler dökmüş, dua etmiş. Sonra da tüm gücünü toplayarak yıllardır açılmayan kapıyı yavaşça aralamış. Bir süre öyle bekledikten sonra bin bir güçlükle eşikten içeriye adımını atmış. Bu oda, Köksal’ın yıllar önce yitirdiği o günden sonra da kapısını bir türlü açamadığı evladının odasıymış. Köksal, gözlerinden hıçkırıksız yaşlar akıtarak odanın dört tarafına bakmış. Çalışma masasının üzerinde onun o sabah evden çıkarken kaldığı yeri kaybetmemek için ters çevirip bıraktığı kitabı görmüş. Ayaklarını sürükleyerek oraya varmış. Kitabı eline almış. Oradaki şiiri, hıçkırıklara boğularak yüksek sesle okumuş.


YALAN DÜNYA

Hayat dediğin şey nedir ki?
Bir bakmışsın, var olan insan
Bir bakmışsın olmuş kara toprağın
Bir bakmışsın acı dolu bir yaşam
Bir bakmışsın, mutluluğa kavuşmuş o insan.

İşte evrenin yalan dünyası
Olur, insana bir acılı imtihanı
Her acı çekenin yarası
Bulunur elbet cennette
Bu mutsuzluğun devası.

Esranur Daşpınar

Köksal, derin bir iç çekip kitabı aldığı yere bırakmış. Geri geri çekilerek odadan çıkmış. Evladının odasının kapısını yavaşça kapatmış. Biraz olsun kafasını dağıtmak için de vakit kaybetmeden evden çıkmış. Göğe bakmış, yere bakmış, sağa sola bakmış, hiçbir güzellik görememiş. ” Bugün yine akşam olmayacak Köksal” diye söylenmiş, derin derin solumuş.
Hemen yanıbaşındaki kaplumbağa, fark edilmemekten de selam verilmemekten de alınmamış. Selamı kendisi vermiş:
— Merhaba.
Kaplumbağa, Köksal’ın babaannesin arkadaşıymış.
— Küs müyüz?
Köksal, acı çeker gibi cevap vermiş:
— Kusura bakma ya. Kafam biraz bozuk da fark etmemişim seni. Merhaba.
— Hayırdır? Ne oldu gene?
— Mutsuzum kaplumbağa. Keyfim yok.
— İyi de dostum, mutluluğu sürekli olarak uzaklarda arıyorsun sen de. Geçmişe sünger çekip yarınlara bakamıyorsun.
Köksal, ayağının ucu ile kaplumbağayı itip,
— Babaannem hatırı olmasa şimdi sana bir cevap verirdim de bakma sen, demiş.
Tam bu sırada yoldan geçmekte olan genç bir kadın Köksal’ın kolundaki saati görünce gülümseyerek saati öğrenmek istemiş.
Köksal, kadını tepeden tırnağa rahatsız edecek şekilde süzmüş sonra da:
—Saat bozuk, demiş.
Kadın, sorduğuna soracağına pişman olmuş soruyu. Kaplumbağa, bu duruma hem üzülmüş hem sinirlenmiş. Dün akşam babaannesi ile ilgili gördüğü rüyayı, hayra yorarak laf arasında birkaç da nasihat etmek için Köksal’la paylaşmak istemiş ise de az evvelki itilme olayını anımsayıp vazgeçmiş. Bu arada da eflatun renkli bir arabayı takip ediyormuş gözleri. Kaplumbağa, aracın plakasından yabancı olduğunu şoförünün de birkaç kez camı açıp kapamasından da bir yerleri sorduğunu tahmin etmiş.
Kaplumbağa neresi sorulsa bilirmiş. Adres kendilerine de sorulursa karşısındakilere nasıl pozitif enerji verileceğini onların minnet dolu teşekkürlerinde de haz alınabileceğını hatta mutlu olunabileceğini Köksal’ a yeri gelmişken bir daha canlı olarak göstermek istiyormuş. Kaplumbağa, doğruysa tekrardan zarar gelmez düşüncesinde olanlardanmış.
Bu esnada da öngördüğü gibi eflatun renkli otomobil yanlarına yanaşmış. Camı açılmış, direksiyondaki top sakallı adam elindeki kâğıdı o tarafa doğru uzatmış.
—Selam, demiş, ama cümlesinin sonunu getirememiş.
Köksal, ellerini beline dayayarak:
— Adres soracaksan ileride muhtar var ona sor dayı, demiş. ”Biz danışma değiliz.”
Kaplumbağa yılların deneyimine rağmen olaya müdahale edememiş, “ Durun bir de ben bakayım.” diyememiş Neye uğradıklarını şaşırmış bir vaziyette otomobillerini oradan uzaklaştıranların içinde bulunduğu arabanın arkasından ağzı açık bakakalmış. Sonra da Köksal’a dönüp,
— Bugün tahminimden de çok bozuksun sen, demiş.
Köksal, boğazını temizleyip yere tükürdükten sonra, Güneş’in açmasından istifade ederek kapı önlerine çıkanlara da sesini duyurmak ister gibi yüksek sesle konuşmuş:
— Bu tip insanları görüp de asabının bozulmaması için insanın evliya olması lazım kaplumbağa. Top sakalı ile altına son model otomobili çekmiş yanına da sosyete kadın almış bize hava atıyor. Kusura bakma ama ben senin kadar geniş karınlı değilim. Piyasadaki tüm mutlulukları bunlar topluyor ya! Bunlardan bize kırıntı mı kalıyor?
Köksal, etrafındakilerin kendisi ile ilgilenmediklerini görünce cebinden anahtarları çıkartmış, havaya kaldırıp şıngırdatarak sesini daha da yükseltmiş:
— Bunlar dün aldığım yeni arabanın anahtarları.
Kaplumbağa, Allah ıslah etsin seni, diyerek acı acı tebessüm etmiş. Köksal adına üzülmüş. Sözü havada kalsın da istememiş:
— Hayırlı olsun, demiş.
Köksal, garip bir vücut hareketinden sonra kaplumbağaya karşılık vermiş.
— Daha iyisi senin olsun. Benim için istediğinin katı senin olsun. Aylık gelirim de de geçen ay milyonluk artış oldu hoca. Paraya maraya ihtiyacın olursa utanma gel yanıma.
Ve cebinden çıkarttığı zinciri sallayarak, bıyıklarını burarak yürümeye başlamış Köksal. Üç beş adımdan sonra durup geri dönmüş ki birde ne görsün:
Kaplumbağa, mutluluktan gözleri pırıl pırıl parlayan bir çocuğun sol işaret parmağı ile gösterdiği yere bakıyor, tatlı bir sesle onun coşkusuna karşılık veriyor zaman zaman da gülüyormuş.
—Yaaa, ya, yaaaaaa! Tabii…
Köksal, gördüğü mutluluk tablosunun birkaç dakikayı bile bulmayan bir zaman dilimi içerisinde nasıl oluştuğunu merak ederken bir bal arısı kulağına konup yumuşak bir sesle Köksal’ın merakını gidermiş:
— Çocuk işte, gökkuşağını gördü mutlu oldu. Mutluluğunu kaplumbağa ile paylaşmak istedi. Kaplumbağa onu” hıııı” deyip geçiştirmedi, senin anlayacağın onun mutluluğundan mutluluk alıp onun mutluluğunu paylaşıyor şimdi. Sence onlar mı mutluluğu buldu mutluluk mu onları ha?
Arının son cümlesi Köksal’ı öfkelendirmiş. Başparmağını işaret parmağının üzerine getirmiş sonra da bir ok gibi işaret parmağını balarısına vurmuş Vururken de “ Benim için mutluluk bu.” demiş “Senin şeyine mi kaldım ben.”
Bal arısının canı çok yanmış. Uçmuş. Köksal’ın başı üzerinde iki kere dönmüş sonra da kulağını sokup oradan uzaklaşmış.
Arı tarafından sokulmak Köksal’ı çıldırtmış Arının arkasından bir süre koşmuş. Nefes nefese kalınca bir banka oturmuş. Hemen yandaki bankta da küçük bir çocuk varmış. Simit satıyormuş. Köksal’a sormuş:
— Simit ister misin abi?
Birden ılık ılık bir şey akmış Köksal’ın içine. Sabahki radyo sohbetini de anımsamış. Kaplumbağanın zaman zaman laf aralarında babaannesinden de alıntılar yaparak dillendirdiklerini duyar gibi olmuş. Bir çocuğa bakmış. Bir simit tablasına bakmış. Bir çocuğa bakmış bir simitlere bakmış. Sonra da pantolonunun cebinden para çıkartmış, çocuğa uzatarak gülümsemiş:
— Şu köşede çaycı var. İki çay kapıp gelsene buraya.
Çocuk “ Tamam abi” demiş, kuş gibi çayları alıp gelmiş.
Köksal, çayları yanına koymuş çocuktan da iki simit almış. Çaylardan biri ile simitlerden birini çocuğa ikram etmiş. Çocuk bu ikrama hem çok şaşırmış hem de çok sevinmiş. İlk defa böyle bir şey oluyormuş. Ne diyeceğini bilememiş. Köksal’ın gözleri içine bakarak, gözleri dolu dolu, memnuniyetini ifade etmiş:
—Teşekkür ederim.
Çocuğun gözlerine yansıyan duygusu Köksal’ı mutlu etmiş mi bilinmez ama Köksal o gece sabaha dek deliksiz bir uyku uyumuş.

Gökten üç şiir düşmüş. Biri şöyleymiş:
Gözlerim kan oldu gene
Gözyaşlarım sel oldu gene
Seni düşüne düşüne
Yandı yüreğim kül oldu gene



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder