YILKI ATI- 2-
Yılkı Atı’ndan bilmem kaçıncı sayfayı okudum ama hatırımda tek bir satır kalmadı. Aklım fikrim 21 de idi. Yılkı Atı ile 21 arasında bir ilinti vardı ama ne?
Ve derken birden bir şeyler hatırlamaya başladım.
Soğuk ve karlı bir ocak ayı idi.
Bir tren.
Bir kompartıman.
Seksen yaşlarında bir kadın.
Kadının anlattıklarından mana çıkartmaya çalışan birkaç kişi. Aferin de diyen var, deli olmalı diyen de.
Konuşuyor, anlatıyor.
Hepimiz ağzına bakıyor ihtiyar kadıncağızın.
Vakıa hakikat.
Zaman zaman kendimize mukayyetten olamıyoruz, gülüyoruz. O da gülüyor.
Anlattıklarına inanmıyor olacağız ki, yemin ediyor.
- Vallahi öyle.
Kompartımanda konuşulan kelimeleri, cümleleri birebir hatırlamam elbette olanaklı değil ama beynin bazı isimleri, kelimeleri absorbe etmiş olmalı onlardan bazılarını çok iyi anımsıyorum:
- Şehre yılkı atı almaya gidiyorum
- Bu yaşta yılkı atını ne yapacaksın ebe?
- Yılkı atı değil de başka bir şey demek istedi herhalde. Yılkı atı başıboş bırakılmış at demek. Yılkı atı şehirde değil dağda olur ana.
- Yılkı atını ne yapacan?
- Okuyacağım.
- Ne yapçan ne yapcan?
- Okuyacağım. Yıllarca içimde ukde oldu. Anca vaktim oldu.
- Vallahi yani, muhteşem. Sözün bittiği an.
Enteresan bir gündü o gün günlük. Ben bunu burada keseyim de biraz daha somut hatırlamaya çalışayım. O zaman yazayım.
Belki akşama doğru görüşürüz tekrar.
YILKI ATI -3- 21 OCAK
Sohbeti inanılmaz güzel bir teyzecikti. Her cümlesi, her anlattığı bir hayat dersiydi. Aslında oradakilere ve anlayanlara Allah’ın bir hediyesiydi: Gör ve ders al.
Ders aldım mı?
Yani…
Bir şeyler kaldı zihnimde sanki, zaman zaman istifade de etmedim değil doğrusu.
Abbas Sayar’ın Yılkı Atlı romanını ilk defa ondan duydum. Merak ettim, o tarihten beş altı ay sonra da aldım ama ne yalan söyleyeyim unuttum gitti. Bugün okuyorum işte. Her satırında, her cümlesinde her sayfasında o teyzecik geliyor aklıma:
Okuma yazmayı köyüne gelen Aykut isimli bir öğretmenden öğrenmiş. O zaman yaşı yetmişin üzerindeymiş kendi ifadesi ile.
Romanın özetini de o öğretmenden dinlemiş, sonra da öğretmen oradan ayrılmış.
- Pek merak ettim, demişti şaşkın bakışlarımız arasında.
Ve yalan olmasın, mealen ,
- Şehre gidiyom, ktapçılara bakacam, hem de hayatımda ilk kez şehir görecem demişti.
- Yanına birini alsaydın bari, demişti kompartımanda oturanlardan biri. Birazda alaylı eklemişti: “Oralarda kaybolursun ebe, kaybolmasan bile kaçırırlar seni.”
Kendi deyimi ile köyde üç dört koca karı ile beş altı koca herif varmış: ” Kim katsaydım yanıma.”
Çocuklarının hepsi ölmüş. Yani senin anlayacağın tek bir canı kalmış.
Düşünebiliyor musun Günlük ( Bak gene ilk harfini büyük yazdım) beş altı tavuğundan aldığı yumurtalarla Karakız isimli ( Yoksa Karakız değil mi idi ? ) ineğinden sağdığı sütleri satarak geçinirmiş, onlardan beş on beş on para biriktirmiş,” yaş epeyce kemalini buldu, seneye ya çıkarım ya çıkmam “düşüncesi ile de kışta kıyamette hem bir şehri göreyim hem de bir roman okuyayım diye yollara düşmüş…
Konuşmasının bu aşamasında “ ineğine ve tavuklarına birkaç gün göz kulak olacak olan komşusuna ( ismini hatırlayamadım) dualar etmişti:
- O da benimle gelecekti ama o benim kadar sağlam değil, demişti.
Şehre gelmişken kendine bir de bisiklet bakıp fiyatlarını öğrenecekmiş. Şimdi tek emeli biraz daha para biriktirip iki tekerlekli bir “ bisiklet” almakmış.
Bizim ne diyeceğimizi aklından geçirmiş olmalı ki,
- Biliyom bana şimdi köydekiler de deli diyecekler ama, bunca yıldır akıllı dediler de ne oldu? demişti.
…. İstasyonunda inmek zorunda kalmasaydım o teyzeyi şehirde birkaç gün misafir etmek, hatta hatta ona iki tekerlekli ikna edebilirsem üç tekerlekli bir bisiklet de almak isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder