KIZMAYAN AMA DÜŞÜNEN İNSAN
Yetenek, yalnızlık içinde biçimlenir, karakter ise yaşamın
akışı içerisinde. Karakter yetenekle birleşince meyvelerini verir.
GOETHE
Kocamı hiç böyle görmemiştim desem inanır mısınız? Hele hele bir de on sekiz yıldır evliyiz desem. Dün her zamankinden daha evvel geldi eve. Karşılıklı klâsik sözlerden sonra soyundu dökündü. Üzerinde bir gariplik olduğu belliydi. Sormadım. İstedim ki kendi paylaşsın, gereksinim görürse.
Birer fincan kahve yaptım. Karşılıklı içtik, havadan sudan bahsettim; aynı şekilde karşılık verdi.
Fincanları mutfağa götürdüm. Yıkadım. Döndüğümde giyinmişti. Sordum:
— Ne oldu Tayfun ?
— Biraz dolaşacağım, dedi.
Hava bozuktu. Yağmur da ha yağdı ha yağacaktı. Sesli olarak düşüncelerimi ifade ettim
— Şemsiye mi alırım, dedi.
— Ne zaman dönersin?
— Bilmiyorum Neriman. Gecikirsem merak etme.
— Nereye gidiyorsun?
— Belli bir yer yok. Bir çıkayım da, kafama göre. Bakarsın da beş dakika sonra dönerim.
Mutfakta bir köşem vardır benim. Sevdiğim yazıları, resimleri oraya yapıştırırım. Tayfun’u yolcu edip mutfağa geçince gözüm geçen gün yapıştırdığım yazıya ilişti. Goethe söylemiş:
“Yetenek yalnızlık içinde biçimlenir, karakter ise yaşamın akışı içinde. Karakter yetenekle birleşince meyvelerini verir.”
Sözden çok derin manalar çıkarttım desem doğruyu söylemiş olmam. Goethe söylediyse vardır bir değeri de demiyorum ama, ben bu sözü sevdim. Niyesi de yok. Üç dört cümleyle anlat deseniz onu bile beceremem ama ben bu sözü sevdim.
Makarnayı haşlamıştım. Sosunu da hazırlayayım daha fazla geç kalmadan diye aklımdan geçirdim koyuldum işe.
Saat epeyce oldu. Tayfun yok. Yıllardır böyle bir şey yapmadı. Geç kaldığı günler oldu tabi de habersiz hiç. Cepten arayayım dedim, yanlış anlaşılmaktan endişelendim. Ama burası büyük şehir… Gazetelerde her gün neler okuyoruz. Çoluğu çocuğu, kadını kızı yok ki bunun.
Kafam biraz dağılsın diye televizyonu açtım, kanallar arasında dolaşmaya başladım, ama olmadı, dağılmada kafa. Mutlaka aramalıydım. Sesini duyup rahatlar mıydım? Gelecek mi gelmeyecek mi gelecekse kaçta gelecek?
Telefonun başına gittim, numaraları çevirmeye başlarken kapı çalındı. Ahizeyi yerine koydum. Evet, kapı çalınıyordu, biri kapıyı yumrukluyordu. Gözüm duvardaki saate ilişti, gece yarısını birkaç dakika geçmişti. Zile basılmamıştı, resmen kapı yumruklanıyordu. Bu Tayfun olamazdı, anahtarı vardı. Hem de zile basardı. Kapıya varıp kim o mu desem yoksa polise mi haber versem kararsızlığı içindeyken, Tayfun’un sesini işittim. Kapıya vuran oydu:” Aç lan kapıyı, öldün mü?”
Rahatladım mı, korktum mu, beynimden kara sular mı döküldü? Belki de hepsi. Seğirterek kapıya gittim, açtım. Tayfun ayakta zor duruyordu. Ağzından burnundan köpükler geliyordu adeta. (Belki de bana öyle gelmişti.). Kolundan, elinden falan tutmadım. Kenara çekildim. Düşe kalka salona geçti. Kanepelerden birine kendini attı.
Gözlerini gözlerime dikerek ( Salon kapısında durmuş onu izliyordum.) :
— Gel lan buraya, dedi. Otur bakayım.
Lan! Şimdiye kadar Tayfun’un ağzından böyle bir laf çıktığını anımsamıyorum
Belli ki sorunu benimleydi ( Hitabından dolayı böyle düşündüm) . Belki bir davranışımı yanlış anlamıştı, belki hakkımda bir şeyler işitmişti. Belki de benim düşündüğüm gibi değildi de kendisinde var olan ama gizli kalan bir özellik birden bire özgür kalmıştı. Ya da doğru dürüst, insan gibi konuşamadığı için içkiden kuvvet alabileceğine, aklından geçenleri bir bir söyleyeceğine kendi şartlandırmıştı.
Aslında Tayfun’u hiç böyle de görmemiştim. Evet, ara sıra içtiği olurdu ama…
Karşımda rüyamda görsem inanmayacağım bir manzara vardı.
Elbette ki benim “ Gel lan buraya “ çağrısına icabet etmem, her ne pahasına olursa olsun, olanaksızdı.
Tepki vermedim istemine. Yineledi:
— Gelsene lan buraya…
Sakin ama kararlı bir ses tonu ile, ki bu onu iyi bilirdi;
—Bu evde lan diye birisi yok. Bu nedenle “lan” ın yanına gelmesi olanaksız, dedim.
— Lan dediğim sensin, dedi.
— O senin kuruntun, dedim içimden “ ya sabır” çekerek. İçki bazı şeyleri anımsamana mani oluyorsa anımsatayım. Benim adım Neriman.
Tahmin ettiğim gibi ses tonum, onu biraz kendine getirmişti. Yumuşamaya çalışarak:
— Buraya gel Neriman, dedi.
— Hayır, oraya gelmiyorum, dedim.
— Niye?
—Çünkü ben senin köpeğin değilim. Bana, buraya gel dersen oraya gelmem.
Efelenir gibi oldu:
— Kaşınıyorsun sen. Gebertirim ulan seni.
Böyle sözler de işitmemiştim Tayfun’dan. Birden sihirli bir değnek Tayfun’a dokunmuş onun gizlenmiş kişiliğini su yüzüne mi çıkartmıştı ne?
Yıllar evvel bir kitaptan okuduğum ya da bir filmde izlediğim bir bölüm geldi aklıma birden. Buna benzer bir durum anlatılıyordu. Bir kadın vardı orada da. Onun sözünü anımsayabildiğim kadarıyla sarf ettim:
—Kusacağım şimdi şuraya. Midemi bulandırıyor sözlerin.
Gayri ihtiyari sarf ettiğim sözlerime verecek cevap bulamadı gibi geldi bana bir an. Daha da hiddetlenip üste mi çıkmalıydım, alttan alıp ortamı mı yumuşatmalıydım… Suskunluğu buna karar verememesinden olabilirdi
—Bana bir sigara verebilir misin? dedi.
Ben gibi oda nadiren sigara içerdi. Kalk kendim al demek içimden geldi. Hitabı biraz düzeldi ya, ters cevap vermek istemedim bu sefer. Komidindeki yerinden bir sigara aldım. Çakmakla beraber uzattım. Teşekkür etti.
O, sigarayı yakmaya çalışırken ben de koltuklardan birine oturdum.
Sigarasını yakıp, sigarasından birkaç nefes çektikten sonra:
— Sen de yaksana bir tane, dedi.
— Ben, sigaradan da içkiden de destek almam bilirsin, dedim.
Bilirim der gibisinden, anlayamadığım bir şeyler mırıldandı, uzun uzun başını salladı. Bana söyleyeceklerini toparlamaya çalışıyor gibiydi.
Susuyorduk. Belki o, konuya girebilmek için benim girizgâh yapmamı bekliyordu. Bense konuşmaya başlar başlamaz orayı terk etmenin kararlılığı içerisindeydim. İçki ile konuşabilen insanlara tahammül edemiyordum…
Aradan bir süre geçince, oradan ayrıldım; iyi geceler bile demeden gittim yattım. Bir süre sonra da, tam uyumak üzereyken ben, geldi; yattı.
Ertesi sabah aynı saatte kalktım. Kahvaltıyı her zamanki gibi hazırladım.
Salonda gazeteme bakarken, girdi içeriye. O da her zaman olduğu gibi kalkmış giyinmişti. “ Günaydın!” dedi. Cevap vermedim. Üzerinde durmadı. Mutfağa geçti. Birkaç saniye sonra da seslendi:
—Neriman!”
Cevap vermeden kalktım. Mutfak kapısından kendimi gösterip, buz gibi bir ses ile:
— Efendim, dedim.
—Sen kahvaltı yapmayacak mısın?
—Hayır. Canım istemiyor.
Bu ne afra tafra gibi gibisinden bir harekette bulunmadı.
Tayfun kahvaltısını bitirip mutfaktan çıktığında televizyon seyrediyordum. Her zaman olduğu gibi,” eline sağlık, sağ ol ” dedi. Belli belirsiz “afiyet olsun” dedim.
Bugün kapıya kadar uğurlamayacağımı biliyordu. Kırgınlığım derecesini, yanağıma kondurmak istediği öpücüğe müsaade edip etmememle ölçebileceğini de
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder