NE YAPTIN BUGÜN?
Saatini tam anımsayamıyorum ama akşam ezanının hemen sonrasıydı. Yanımda oturan genç adam yarım saat kadar telefonda konuştu. Zaman zaman kahkahalar attı, zaman zaman sesini yükseltti, zaman zaman da romantikleşti.
Bir sigara yakıp yanımda uzaklaşırken konuştuklarından aklımda kalan sadece, ”Ne yaptın bugün?”sözü oldu.
Aynı soruyu, bir harf değiştirerek, yüksek sayılabilecek bir sesle kendime sordum:
“ Ne yaptım bugün?”
Cevapsız geçen saniyelerden sonra yineledim:
“ Ne yaptım bugün?”
Bugün, kalktığımda öğlen ezanı okunuyordu. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra hanıma kahvaltı hazırlattım. Sabahki çayı ısıttığı için karımı fırçaladım, para istedi, ağzıma geleni saydım. Akabinde de kapıyı çarpıp çıktım. Kahvehaneye uğradım, arkadaşlarla memleket sorunlarını tartıştık, hükümetlerin yıllardır halledemedikleri tümı sorunları şipşak hallettik. Saat üçte oradan ayrılırken hanıma vermediğim paranın fazlasını garsona gülümseyerek verdim.
***
“ Ne yaptım bugün?”
“ Hiç…”
***
Bir yerde okumuştum belki de dinlemiştim.Aklıma yatmış olacak ki denileni de yapmışım. Kendime bir reçete yazmış, bundan böyle neler yapacağımı madde madde sıralamışım. Hatta bazılarına not düşmüşüm pazartesi ye kadar bitecek, ayın 23’ünde kat ettiğim aşama değerlendirilecek gibi. Can sıkıntısından evin orasını burasını karıştırırken bir yerlerden az yapraklı küçük bir defter buldum akşama doğru.
Ne güzel şeyler yazmışım. Bir başkasına okusaydım muhtemelen” Bu güzel şeyleri senin için sıralayan muhterem mütehassıs kim?” diye sorar, akabinde de “Adresini bana da ver.” derdi. O kadar güzel, o kadar mantıklıymış ki yazdıklarım. Söylemek istediğim, o gün yazdıklarım birer ütopya değildi. Azıcık, minnacık gayretlerle listeye aldıklarımın hepsini gerçekleştirebilirmişim.
Şimdi diyeceksiniz ki:” Ee de iyi hoş da düşünmüşsün yazmışsın da sonuç.”
Sonuç, sıfıra sıfır elde var sıfır.
Yani, o günden bu güne bir arpa yolu al alamamışım.
Hastalıkları saptamışım, çözüm yolları da üretmişim.
Mesela bakın, maddelerin birine şöyle yazmışım:
* Uzun zamandır, birkaç kere ima yollu da söyledi, Nezahet’le sırf gezmek için dışarı çıkmadık.. Birkaç gün önce değişik bir yüz ifadesi ile dışarı baktığını görünce usulca dışarı baktım. Üstteki Ayhan Bey’le Nurhayat Hanım… Karşıki parka oturuyorlar. Ellerinde de birer haşlanmış mısır. Belli ki… Bu hafta sırf gezmek için Nezahat dışarı çıkarılacak.
Son cümlenin altını çizmişim. Nezahat o zaman Tarık’a hamileydi. Tarık şimdi iki buçuk yaşında mı üç yaşında mı ne… Hala, sırf gezmek için dışarı çıkartacağım Nezahat’ı.
Hani, muallim vazifesini yapmayan talebeye sorar ya:
— Neden yapmadın?
Talebe de başını eğer susar. Mazeretim yok demektir bu. İsteseydim yapardım ama yapmadım işte. Tembellik ettim.
Benimki de o hesap. Sorunu saptamışım, teşhisi de doğru koymuşum, yazdığım reçete derdime deva olacak cinsten. Reçetem hastalıkla örtüşmüş. Örtüşmüş de kaç para. Yaşama geçirmedikten sonra yerinde saymaya müşahede etmek hiç de sürpriz değil. Şikâyetler aynı. Reçete yazmak gerekse yazılacak olanlar yazılmış olanlarla harfi harfine örtüşecek. Uygulamak mecburiyetinde olan sarı çizmeli Mehmet Ağa sanki.
Bakkal Veysi Dayı için de bir saptama yapmışım oraya.
Veysi Dayı’ya borç çoğaldı demişim. Veremeyeceğimden değil, ihmalden. Dün de ellerimde paketlerle büyük marketten aldığım torbalarla önünden geçtim. Selam verdim, olgun adam tabi, güler yüzle selamımı aldı. Bu hafta hem borcumu kapatacağım hem de ekmek dışında bir şeyler alacağım peşin para ile.
Bundan böyle, marketten aldığım poşetleri bakkalın önüne koyup, adamla dalga geçer gibi, bir ekmek, bir sigara, bir sakız alıp sonra da not al sonra veririm denilmeyecek diye yazmışım. Yazmışım… Yıllar sonra defteri bulup oraya yazdıklarımı okuyunca anımsadım. Ee, diye soruyorsanız…
Veysi Dayı’nın bakkalı hala ayakta. Dün de elimde paketlerle bakkalın önünde durdum, bir şişe süt aldım ve o muhterem insanla dalga geçer gibi birkaç gün sonra veririm dedim.
Reçeteye yazdıklarım epeyce çokmuş. Bazılarını gerçekleştirsem hayatımda yüz seksen derece değişiklik olabil irdirdi belki. Olması için yazmışım zaten. Mesela, mesela Şeref’e ya gidilecek ya telefon edilecek demişim. Benim için ne kadar mühimmiş ki kırmızı kalemle de daire içine almışım. Hatta hemen yarın demişim. Ve de bunu da yapmazsan “ yuf sana Ersen” demişim.
Şeref’i hala ne ziyaret edebildim ne de arayabildim. Hani bugün, yarın yapman gerekenleri bir kâğıda yaz deseler 1.madde olarak Şeref aranılacak derim büyük bir olasılıkla.
Demek ki “demek” karın doyurmuyor. Yuf sana Ersin…
Parayı cüzdanda taşımak gibi bir âdetim olmadığından ceplerimi karıştırdım, dürüp dürüp tıkıştırdığım paraları çıkarttım, bir yerlerde bir şeyler yiyip içecek kadar para vardı. Kafa dengi arkadaşlarımın nerede olabileceklerini düşünürken gözlerim bir an karşıdan gelmekte olan kadının içi gülen gözleriyle birleştirdim. Mutlu olduğu her halinden aşikârdı.
Yanında bir erkek, belki kocası, belki erkek arkadaşı belki akrabası, belki bir ahbabı, vardı. Algılayınca silkinip kendime geldim. Yanlarında iki de çocuk… Oğlan olan “anne, anne” diyerekten kadına bir şeyler anlatıyor erkek de tatlı tatlı gülümsüyordu. Muhtemelen bu bahar akşamında akşam gezisine çıkmışlardı. Belki biraz daha yürüdükten sonra evlerine dönecekler, belki bir yerlerde oturup bir şeyler yiyecekler, belki de kafalarına göre takılıp beraber olmanın hazzını yaşayacaklardı. Belki de biraz sonra birine telefon edip “ Biz akşam gezisine çıktık, işiniz oksa hade sen de gelin” diyeceklerdi.
Nezahat’i bu hafta sırf gezmek için dışarıya çıkartacağım, demişim. Üç ile eli ikiyi nasıl çarparım akıldan. Nezahat bu hafta dışarıya çıkarılacak diye yazalı bu kadar hafta olmuş demek ki…
Şimdi, “ İşlerim çok yoğun, akşamları da eve geç dönüyorum, ben de istemez miyim onunla ara sıra dışarı çıkmak.” desem ya da “Hem, bir dışarı çekelim desek dünya para, yazık değil mi? Sinemaya, tiyatroya gideceğimiz para ile neler alır evimize değil mi ya?” desem inanır mısınız söylediklerime?
“İyi güzel de Veysel Bakkal’da her şey bulunmuyor ki, hem birazda pahalı…” desem “ Geç bunları… “ demez misiniz?
Ve de, “ Tamam, yıllardır beni hep arar Şeref. Ziyaretime gelir, bir yere giderken “Sen de gel” der. Belli ki “Bir kere de ben” demediğimden küstü en azından -bir alo demediğim sürece aramayacağı aşikâr- hep niyetleniyorum bir şey oluyor kaynıyor, desem.
İşte, Melih ile Yakup her zamanki masalarındalar. Muhtemelen birkaç saat sonra masaları kalabalıklaşacak, şenlenecek. Alışkanlık ne meret şey değil mi? Aklım defterle deftere yazdıklarımla meşgul olarak ayaklarım farkında olmadan beni buraya getirmiş. Onlarda beni fark ettiler, nerede kaldın der gibilerinden işarette bulundular.
Nezahet, pencerenin önündedir belki şimdi. Kocasıyla akşam gezisine çıkan bir kadına takılıdır gözleri. Belki, Ersin’le yan yana yürümeyeli ne kadar da çok oldu diyordur. Belki, sabahleyin bir çorap parası vermedi ama biraz sonra arkadaşlarının içki parasını verecek diye içi cız ediyordur.
Bakkal Veysel Dayı, veresiye defterini karıştırıyordur, gözleri benim ismime takılmıştır. Bana bir süt parasını, ekmek parsını verirken bile nazlanıyorsun da Ersin diye serzenişte bulunuyordur.
Şerefin parmakları telefonun tuşlarındadır beni aramak için ama beyni “Yo!” diyordur. Bir kere de o beni arasın canım. Hem, bir özür borcu var. O borcu yerine getirmeden olmamalı…”
Kinayeli, anlat anlat heyecanlı oluyor demeyin. Size inat, şimdi şeytanın bacağını kıracağım Şeref’e alo diyeceğim.
O ne, Melih’in sesi bu. “Haydi, Ersin!” diyor. Arkadaşı bekletmek olmaz, Şeref’e yarın telefon ederim. Hatta hem telefon eder hem de ziyarete giderim.
Köşeden yaşlıca bir adamla koluna girmiş bir kadın çıktı. Ellerinde birer külah dondurma akşamın serinliğinde yanımdan geçtiler, gittiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder