ADI OSMAN’MIŞ!
Dursun:
— Şu kapının yanında oturan kim? dedi.
Harun, işaret edilen yere baktı. Bıyıklarını parmakları ile sıvazladı. Çayından bir yudum aldıktan sonra da soruyu cevapladı:
— Vallahi, sakalı olmasa Vehbi’nin eniştesi diyeceğim ama.
Yan masada Derviş vardı. Tekti. Konuşulanları işitmişti. Merakını yenemedi öksürerek boğazını temizledikten sonra:
— Vehbi’de kim ola ki? dedi.
Harun, sorunun kendine olduğunu anladı, kasılıp cevap verdi:
— Kim olacak, Dudu kadının kocasının kayınbiraderi.
Derviş, Harun ‘dan haz etmezdi ama merakı konuşmayı sürdürmesini gerektiriyordu.
— Dudu Kadın da kim? Bizim köyden değil herhalde?
— Herhalde yani. Üst köyden, Ayfer’in kaynanasının kardeşi...
Derviş, Harun’un ciddi mi gayriciddî mi olduğuna karar veremedi ayağa kalktı, kendi kendine söylenerek uzaklaştı.
— Sana bir şey soranda kabahat zaten. Bilmem kimin de bilmem kimi. La havle ve la kuvvete…
Dursun’un gözü, kapının yanında oturan sakallıyı bir yerlerden ısırıyordu.
— Harun, ben bu adamı tanıyor gibiyim. Demin Vehbi’nin eniştesine benzettin ama uzaktan yakından alakası yok onunla. Bir kere bu köyden değil.
— Bana da öyle gibi geliyor da, satıcı falan mı ola ki kayınço?”
Dursun, suratını buruşturarak mütalaada bulundu:
— Bu saatte satıcı olmaz.
Birkaç saniye burunun ucunu kaşıdı, düşünürken hep öyle yapardı, Dursun. Sonra “ Dur Fazıl’a soralım” dedi. Ellerini de çırparak,” Fazıl, buraya bak oğlum.” Diye çaycıya seslendi.
Fazıl, kirli bardakları çalkalıyordu. İşine ara vermeden seslenişe kendince cevap verdi:
— Çayları mı tazeleyeyim Dursun Dayı?
— O sonra, gelsene buraya bir dakika sen.
Fazıl, “Emret dayım.“dedi coşku dolu bir sesle. Demesi ile de elindeki bardakla birlikte Dursun’un yanına seğirtti. Esas duruşa geçti. Selam verdi:
— Emir ve görüşlerinize hazırım Durmuş Dayı, dedi.
Dursun, gayriihtiyarî, sen hiç olmayacaksın der gibisinden, gülümsedi.
— Rahat, dedi şaka ile karışık. Sonra da yavaş bir ses tonu ile ekledi:
— Bak ne diyeceğim, şu kapının yanında oturan kim?
Fazıl, kendince ciddileşti. Kapıdan yana baktı. Sonra da Durmuş’a dönüp sordu:
—Hangisi dayım?
Durmuş elinde olmadan sinirlendi verilen karşılığa:
— Kapının yanında kaç kişi var Fazıl? Deli etme adamı.
Kapıdan fötr şapkalı biri başını uzatıp seslendi orta yere:
— Selamünaleyküm ağalar... Kim varsa, dışarıdayım, bana çift bardaklı bir çay.
Fazıl selam vereni sesinden tanıdı. Sesten yana dönme gereği hissetmeden:
— Herkes namına aleykümselâm muhtar emmi, dedi. Harun’a göz kırptı, ses tonunu biraz düşürerek cümlesini tamamladı: “Dursun dayıyı halledeyim, hemen.”
Söz, Dursun’u kızdırdı:
— Ne biçim konuşuyorsun Fazıl? Dedi. Bazen ağzının kaytanı iyice kaçıyor. Halledeyim malledeyim.
Harun, Dursun’ u kızdırmaktan onunla şakalaşmaktan keyif alırdı. Fazıl’ın pasını almıştı:
— Evet, yani oğlum, maazallah biri duyar yanlış anlar.
Durmuş, suratını buruşturarak:
— Tamam tamam, dedi. Uzatmayın.
Ve Fazıl’a dönüp sordu:
— Tanıyor musun?
— Kimi dayı?
Fazıl, Durmuş’un mimiklerinden “ işin tadını kaçırdığını” anladı. Özür dilerim gibisinden bir işaret yaparak. “ Defol git ” sözüne maruz kalmaktan son anda kurtuldu.
— Şu kapının yanındaki sakallıyı diyorum. Tanıyor musun?
— Valla ne yalan söyleyeyim dayı, tanımıyorum. “
Harun, lafın uzamasından sıkıldı.
— Yaa, sana zahmet olacak ama Fazıl, dedi. Çaktırmadan, uyandırmadan bir öğrenip gelsene kimmiş?
Şehre gidecek minibüs korna çalarak kahvehanenin önünden geçti. Fazıl, birer ikişer insanların gelmeye başlayacağını bildiğinden, burada daha fazla oyalanmak istemedi.
— Lafımı olur emmiler. Siz şu bardağıma mukayyet olun, dedi. Hala elinde tutmakta olduğu masaya bıraktı, Sakallının kim olduğunu anlamak için oradan ayrıldı.
***
Dursun, sakallı adamı bir yerlerden tanıdığından adı gibi emindi. Aslında Harun’un da tanıyor olabileceğini düşünüyordu. Bir kez daha onun zihnini zorlamak için sordu:
— Hiç tanıdık gelmiyor mu sana Harun?
Soru Harun’un kafasını karıştırdı Dursun’un tahmin ettiği gibi.. Aklına bir isim gelmiyor değildi aslında ama emin değildi. Dursun’a doğru iskemlesini biraz çekerek:
— Bu, Osman olmasın Dursun, dedi.
— Hangi Osman?
— Oturuş biçimi ben Osman’ım diyor gibi geliyor bana ama. O da böyle otururken arkaya kaykılır, bir elini de arkasına koyardı.
Dursun’un aklına da gelmişti Osman ismi ama dillendirmemişti. Heyecanlandı.
Harun, bir kez daha sakallı adama baktıktan sonra, daha emin bir ses tonu ile:
— Allah biliyor ya bana sanki o gibi geliyor.
— Yok canım!
— Vallahi bu o.
— Ya, o nasıl gelsin buraya? Delirdi mi, kim kabul eder onu buralarda. Tükürükle boğarlar.
— Ben onu bunu bilmem bu…
Fazıl’ın yanlarına geldiğini görünce sözünü tamamlamadı Harun.
Dursun, Fazıl’a kulağını göstererek gel işareti yaptı. Kulağına doğru eğilirken de sordu:
—Kimmiş?” Öğrenebildin mi?
— Vallahi dayı, adı Osman’mış galiba.
Dursun, ayağa kalktı. Ellerini belinde dayadı. Belini birkaç kez sağa sola oynattı.
—Tamam, dedi çaycıya. Sen git işinin başına.
— Başka bir emrin dayım?”
— Yok, yok sağ ol. Bardağını da unutma.
— Çaylarınızı tazeleyeyim mi?
— Haydi, gevezelik etme.
Fazıl, bardağı masanın üzerinden aldı, ocağına doğru yürüdü. Yürürken de herkesin duyabileceği bir şekilde:
— Isıtma çay kalmadı ağalar, taze çay hazır. Haydi, boş kalmasın önünüz, dedi.
Dursun, Harun’a baktı. Başını sallayarak:
— Varalım bakalım yanına bir, gerçekten o mu? dedi.
Harun, Osman ismini duymuştu. Dursun’un verdiği tepki için telaşlandı. Ayağa kaklı. Kolundan tuttu Dursun’un.
— Delirdin mi, otur yerine, dedi. Hem sana ne. Sen kim oluyorsun? Dış kapının mandalı.
— Dur hele bir, merak ettim gerçekten o mu?
Birden karar değiştirdi Harun. Dursun’un koluna bıraktı. Söyleyeceği hiçbir sözün bir mana taşımayacağını biliyordu. Aksine, ısrarı Dursun’un gereksiz efelenmesine ve de uyanmayanların uyanmasına sebep olacaktı.
— Haydi, bakalım öyleyse, dedi. Öğren de gel. Oysa bile bir saçmalık yapma ha!
Dursun, kaygılanma dercesine bir işaret yaptıktan sonra, sakallının oturmakta olduğu masaya gitti. Ellerini masanın üzerine koyarak:
— Merhaba, dedi.
— Merhaba, dedi adam. Kımıldandı.
Dursun, sandalyelerden birini çekip oturdu. Ve direkt sordu:
—Kimlerdensin?
Adam bir an duraksadı. Böyle bir soru beklemiyordu. Dursun’un ses tonundan da, gözlerinden de ürkmüştü biraz. Belli etmemeye çalışarak, cevap verdi:
— Buralardan değilim”
— Ya?
-…
— Misafir misin?
— Öyle sayılır.
— Adın Osman’mış…
Sakallı adam, bu muhabbetten sıkıldığına ifade eden mimiklerle:
— Ne olmuş?
Dursun, sandalyesini biraz daha yanaştırdı sakallı adama:
— Gerçekten Osman mısın diye merak ettik de hani.
Sakallı adamın sesi de yükseldi. Biraz da alaylı:
— Niye ki? On binlerce Osman var ülkede.
— Ananın adı Hacer mi?”
Sakallı adam, cebinden sigara paketini çıkardı, bir sigara çıkarıp yakacaktı, yasak aklına geldi vazgeçti. Bir an etrafına bakındı. Bazı gözler kendilerine çevrilmişti. Gülümseme gayreti içerisine girerek:
— Siz beni birine benzettiniz herhalde, dedi. Sonra da Dursun’un duyacağı ama ondan başka kimsenin duymayacağı şekilde söylendi.”Beş dakika soluklanalım dedik şurada.”
Dursun, az evvelki sorusunu biraz daha yüksek sesle yineledi:
— Ananın adı Hacer’mi?
Dursun’un yükselen sesi dikkatsiz müşterilerin de dikkatini çekti.
Masaya Harun gitti. . Fazıl yanaştı biraz. Dip masada oturan Emin ile Satılmış ayağa kalktılar.
Muhtar bile bir şeyler olduğunu sezinledi camdan içeriye dikti gözünü.
Sakallı Adam, çevresine bakındı. İç cebinden nüfus cüzdanını çıkardı. Ana hanesine parmağını koyarak gözüne sokmak istercesine Dursun’a gösterdi.
— Ne biçim yermiş burası be. Bir bardak çay içelim” dedik, dedi. Nüfus cüzdanını cebine koydu. Etrafına bakındı:
Dip masadan ayağa kalkanlar oturmuşlardı. Fazıl ocağına giderken, Harun da hemen yanındaki sandalyelerden birine ilişmişti. Muhtar’ın canının sıkıldığı yüzünden anlaşılıyordu. Dursun, rahatsız oldu durumdan. Kalktı geldiği masaya yöneldi. Sakallı da bir an evvel buradan gitmek için ayağa kalktı, cebinden bir onluk çıkardı, masaya bırakırken de herkesin duyacağı bir şekilde garsona seslendi:
— Parayı koydum şef. Üzeri de kalsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder