MEVLANA DA KİM YA?
-Niye öyle söyledin ki, dedi Cevat.
Sözde kendi aralarında sözlü idiler. Bir kır kahvesinde
oturmuşlar sohbet ediyorlardı. Bir aralık Şule,
Mevlana der ki, dedi “Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini neye
güldüğünden zekasını ve de akıl seviyesini anlarsınız.”
Cevat sordu:
-Mevlana da kim ya?
“ Mevlana da kim ya!” sözü ile irkildi Şule.
Geçen seneki bir
derste öğretmeni tam iki saat sözcüklerin üzerinde durmuş, doğru ya da yanlış
kullanılan bir kelimenin nelere yol açabileceğini örneklerle açıklamıştı
“ Mevlana da kim ya?”
Şule’nin kafasında bir
sürü soru oluştu. Cevat’ın Mevlana konusunda hiçbir fikri yok muydu? Bu ismi
hiç duymamış mıydı yoksa . Durum buysa bu bir felaketti. Böyle bir adamla bir
ömür geçer miydi?
Cevat, Mevlana’yı
değersiz görüyor onu küçümsüyor muydu yoksa. Dünya’nın tanıdığı değer verdiği
insanı… Yoo, bu olamazdı, olmamalıydı.
Bu sözde bir ironi de olabilirdi. Cevat kendisini küçük
görüyor, kendince, aklı sıra sigaya mı çekiyordu. Bu amaçla bu cümleyi kurdu ise bu
da hoş değildi.
Sessizliği Cevat Bozdu.
-Hayırdır kız, daldın gittin?
Şule:
-Benim bir ismim var, dedi.” İsmimle hitap edersen sevinirim.”
-Bu ne demek oluyor şimdi?
Şule,
-Yaa, kusura bakma dedi, gözlüğünün camlarını silerken. Bir
şeye canım şey oldu işte. Sen ne yaptın görüşmeyeli?
-Hiiç. Arkadaşlarla takıldık. Bilgisayarda oynadık. Sosyal
medya falan işte. Zaman geçti.
-Geçen gün sana bir kitap tavsiye etmiştim. Aldın mı?
Yaa kızım sen aklını kitapla mı bozdun? Ben kitap falan
okumam. Bu devirde kitapta ne arayıp da bulacağım. Google her şeyi getiriyor
anında önüne.
-Diyorsun.
-Haa, bir mahsuru mu var?
Şule’nin sinirleri bozuldu. Gayriihtiyari güldü. Bardağındaki
çayı içti bitirdi. Sordu:
-Ben sana mecbur muyum?
Cevat sözden bir anlam çıkartamadı.
Kaşlarını çattı. Sordu:
-Yani?
-Yani ne? Karşımdaki
düzgün cümle kurmazsa ben yanlış cevap verebiliyorum.
-…
-Yani derken neyi kastettin? Düzgün cümle kur. Hade!
Cavit isteği karşılık
vermedi. Garsona seslendi:
-Oğlum baksana buraya.
Garson Cevat’tan yaşça büyüktü. Bu da Şule’nin gözünden kaçmamıştı.
İki adımda yanlarına geldi garson Cavit cebinden para çıkardı, garsona uzattı.
-Şu karşıdaki köfteciden ekmek arası acı biberi bol köfte
yapıp getir bana, dedikten sonra Şule’ye dönüp sordu:” Sana da söyleyeyim mi
yavrum?”
Şule’nin içinden bir şey söylemek geldi
ise de garsonun yanında bunun yakışmayacağını düşündü. Başı
ile “ yok” diye ,işaret etti
Cevat, karşılık vermedi sözlüsüne. Cep telefonunu çıkardı
oynamaya başladı.
Saniyeler dakikaları kovaladı, bu arada köfte ekmek geldi.
Cevat ekmeğini yerken de telefonunu ile oynamaya devam etti. Bir aralık Şule’ye
döndü.
-Esin’in fotoğraflarını gördün mü? dedi.
“Film artisti ya da manken olacak sanki. Sen de o biçim
fotoğraflarından birkaç tane koysana sitene,
Bakarsın biri keşfeder artist martist olursun.
Şule, cevap vermedi. Kalktı. “ Çıkalım mıartık” dİye sordu. .Cevat,
“yok ya” dedi. Sen çık, ben bir bardak daha çay içeceğim. Biraz da Esen ile
konuşurum.”
-Şule, ağır adımlarla yürüyerek halasına gitti. Halası deli dolu bir kadındı.
Oraya vardığında Bedia Akartürk’ün eski bir kasetinde yer alan türkülerini
sonuna kadar açtığı teypten dinliyordu. Şule’nin gelmesinden etkilenmedi.
Kasetin sesini kısmadı. Bu esnada Konyalım türküsünü söylemeye başladı Bedia
Akartürk.Bu kasette yer alan son türkü idi. Halası hem oynadı hem de Şule’yi
oynattı. Bu arada telefon çaldı. Yan komşu, teybin sesini biraz kısmasını rica
ediyordu.
Teybi kapatan hala sordu:
-Hatırdır kız, sen bu saatte pek gelmezsin?
Şule cevap verdi:
-Özledim seni hala. İşin falan varsa gideyim hemen.
Ne işim olacak, iyi ki
geldin. Karnın açsa yumurta kırayım iki tane.
-Yok hala, dedi Şule. Karnım tok.
Şule oturduğu yerden kalktı. Halasının tam yanına oturdu.
Cevat ile arasında geçenleri anlattı. Sonra da halasının gözleri içine bakarak:
-Koskoca adam Mevlana’yı tanımaz mı, dedi. “Düşünebiliyor
musun hala Mevlana da kim ya?” dedi
bana. Böyle bir insanla ben nasıl beraber olurum?
-O zaman ayrıl.
- Onu çok seviyorum.
-O zaman devam et.
-Ama Mevlana da kim diyor. Mevlana’yı dünya tanıyor o
tanımıyor. Bir insan bu kadar nasıl cahil olur? Hala bana bir aklı ver. Kafam
çok karışık.
-Kızım bende akıl yok ki sana vereyim. Aklım olsaydı altı
kere evlenir miydim? Gerçi onların üçüne kanun da insanlar da evlilik demiyor
ama.
-Hala, bugün
yaptıklarını da söylediklerini de anlattım. Yol yakınken döneyim mi?
-Valla yani ne bileyim ne diyeyim evladım. Annen baban ne
diyor bu işe?
-Annem de babam da bu oğlanın sözü söz değil, davranışı
davranış değil diyorlar. İpsiz sapsız
sorumsuz biri gibi bu diyorlar. Onları tanıyorsun, bildiklerini gördüklerini
söylerler son kararı bana bırakırlar.
Şule yumruklarını sıkarak ayağa kalktı. Tam bir şey söyleyecekti
halasının telefonunu çaldı. Hala, kendisini arayandan cevap alamdı. Bu durum üç kere daha tekerrür etti. Hala. “
Allah seni kahretsin” diye bağırarak telefonu fırlattı. Şule’nin soru sormasını
beklemeden konuştu.
-İlk kocam. Bilmem kaç yıl oldu ayrılalı hala içip içip
rahatsız ediyor beni. Telefon değiştiriyorum arayıp buluyor.
-!
-On dört yaşında kaçtım bu herife kız. Altı ayı bile
bulmadan da beni kapı önüne
bıraktılar. . Ailene dönemedim. Birkaç
akraba falan araya girdi dedene haber verdiler, deden kabul etmedi. Ben de
mecburen başka biri ile evlendim. Evliydi o, üç de çocuğu vardı. Beni hizmetçi
gibi kullandı, sesimi çıkartamadım. Yıllarca kahrını çektim.
-Ne diyorsun sen hala? Ben bunları bilmiyordum.
-Ah Şule ah. Benim hayatım roman. Bir gün anlatırım sana.
-Gerçekten de on dört yaşında mı evlendin?
-Bunun bir evlilik olmadığını kapı önüne bırakılınca anladım.
Aşk,meşk ah Şule!
-Şule halasına, halası Şule’ye baktı bir an. O bir anın
ardından Şule halasına döndü. Ondan bir açıklama bekler gibi.” Mevlana da kim
ya, diye sordu ben kitap okumam dedi, kendinden yaşça büyük garsona oğlum
buraya baksana diye hitap etti, bana kızım yavrum gibi sözler söyledi dedi.
Hala, Şule’nin söylediklerine yorum yapmadı, akıl vermedi
-Haydi dedi, hala-yeğen dışarıya çıkalım, biraz dolaşalım
sonra da sinemaya gidelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder