25 Nisan 2019 Perşembe
BİRAZ MASAL BİRAZ HİKÂYE
1.BÖLÜM
İnsan insana, hayvan hayvana, olay olaya benzer. Benzemenin de ötesinde bire bir örtüşebilir. Çalmak başka, bire bir almak başka, ilham başkadır. Bazı şeyler vardır ki, olur mu olurdur. Suçlamak kolaydır, güzel olan yüz yüze bakamama durumuna düşmemektir.
Anlayana sivrisinek saz anlamayana davul zurna az.
Bir varmış bir yokmuş. Pek çok ülkenin de var olmadığı bir gezegende hakiki adı bile unutulan ama "Meselâ Ülkesi" olarak anılan bir ülke varmış. Adı nereden gelmiş, bilen olmazmış.
Bu Meselâ ülkesinin bir evinde soğuk bir kış günü pek çok evde olduğu gibi bir bebek dünyaya gelmiş. Adını Meselâ koymuşlar. Günler haftaları, haftalar ayları aylar yılları kovalamış Meselâ bebek büyümüş, ergen olmuş.
Mesela, bir gün bir öğle yemeğinin öncesinde ya da sonrasında annesine:
- Anne, demiş. “Ben evlenmek istiyorum artık. Babamla konuş, ondan olur al.”
Anne Orman, “Madem öyle, olur.” .demiş. El bebek gül bebek büyüttüğü, canından çok sevdiğini her fırsatta söylediği oğluna ,” babanla akşam konuşurum." dediyse de, akşamı bekleyememiş. Hemen, kocasını aramış, durumu iletmiş. Sonra da onun "olur" ya da "olmaz" demesine olanak bırakmadan " Tamam değil mi ?” demiş.
Baba, birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra " Sen benim yerime ‘tamam’ demişsin ya zaten." demiş akabinde de karısının söz söylemesine fırsat vermemek için " İyi günler. “deyip telefonu kapatmış.
Babanın bu tavrı keyfini kaçırmış annenin. Keşke sadece söylenileni aktarsaydım sonra da “ Sen bu konuda ne düşünüyorsun? ”diye sorsaydım demiş. " Tamam değil mi demem, adamı adam yerine koymamak gibi oldu."
Ok yaydan, söz ağızdan çıkınca yapacak pek bir şey yok.
Akşam, her zamankinden neşeli gelmiş evine baba. Karısı ile oğlu ile şakalaşmış.
“ Ben bir duş yapayım.” demiş.
Bir zaman sonra anne, Meselâ' nın da yardımıyla sofrayı hazırlamış. Yemek için kocasına seslenmiş. Ondan ” İşim bitmek üzere, Siz başlayın." cevabını almış. Bu cevabı Mesela da duymuş.
Mesela, hemen ekmeğe uzanmış. Ekmekten bir parça koparmış, yeşil fasulyenin suyuna banmış. Bandığı ekmeği ağzına götürürken annesi ile göz göze gelmiş. Annesinin öyle bir bakışı varmış ki ekmeği ağzına götürememiş Mesela. Yavaşça masanın üzerine bırakmış. Sonra da kızgınlığını şaka ile yoğurarak şöyle demiş:
- Babam ilk lokmayı ağzına alıncaya kadar bu evde yemeğe başlanamayacak mı? Üstelik siz başlayın demedi mi?
Annesinin hoşuna gitmemiş oğlunun sözleri. Hoşnutsuzluğunu, sözle de ifade etmiş:
- Bu cümlelerin hayra alamet değil senin.
Mesela, annesinin " özür" sonrası susacağını bildiğinden,
- Çok acıkmıştım da, demiş özrünü dilemiş.
Babanın gecikmesi de sinirlendirmiş anneyi. Oğluna dönmüş:
-Sahi nerede kaldı bu adam, demiş. “Bir bak hele.”
Mesela, mızmızlanmış:
— Aman anne, gelir şimdi.
Anne, iç geçirip solumuş. Yemek soğuyacak şimdi diye düşünmüş. Sarımsaklı yoğurdu karıştırmış. Sırf laf olsun diye,
- Biliyor musun, demiş.” Yoğurt her şeye faydalıymış.”
— Sarımsak da öyle, demiş Mesela. “Ama kokusu iğrenç. “
Susmuşlar. Beklemeye başlamışlar babayı. Saniyeler dakikaları kovalamış gelip giden olmamış. Annenin içine kurt düşmüş,
— Bak aklım babana gitti, demiş oğluna. Hala banyoda mı? Tuvalette, tansiyonu falan mı düştü ne?”
Mesela da meraklanmış gecikmenin ölçüsünün kaçmasından. İsteksizce de olsa kalkmış masadan. Kapıdan kafasını uzatıp seslenmiş.
— Baba, geliyor musun?
Cevap gelmemiş.
Meselâ sesini biraz daha yükselterek seslenişini yinelemiş:
- Baba, duydun mu beni?
Gene ses gelmemiş. Anne, bu durumu hayra yormamış. Kaygısı artmış. Masadan kalkıp hızla dışarıya çıkmış.
Görünürlerde in cin top oynuyormuş
Meselâ ile annesi, iyice telaşlanmışlar bunun üzerine. Seslenmişler, bağırmışlar, çağırmışlar hiç olmayacak yerleri dahi, köşe bucak her yeri aramışlar. Aramışlar ama nafile. Konu komşuya sormuşlar. Sanki yer yarılmış da yerin dibine girmiş baba.
Bir saate kalmamış, Meselâ' nın evi eş dost ve meraklılarla dolmuş. Her kafadan bir ses çıkmaya, her kafadan bir yorum yapılmaya başlanmış.
Mahallenin büyükbabasıyla muhterem eşleri de teşrif edince oraya, herkes susmuş. İğne atılıp düşse sesi duyulacak kadar bir sükûnet olmuş.
Hemen, büyükbabaya ve eşine çay ve çayla beraber atıştırabileceği bir şeyler gelmiş. Herkes kulak kesilmiş, pür dikkat olmuş. Büyükbaba, gayet sakin, gerginliği azaltmak gayesi ile de zaman zaman da eşine iltifatlarda bulunarak ikrama icabet etmiş, çayını yudumlamış gelenlerden birkaç lokma yemiş. Getirene, götürene, yapana ve onların geçmişlerine dua etmiş. Oradakiler de hep birlikte "âmin!" demişler.
Büyükbaba, zamanın uygun olduğunu düşündüğü bir anda, Orman Kadın’a dönmüş:
- Anlat bakalım, demiş. Ne oldu?
Evdekilerden bazıları Orman Kadın’ın anlatmasına olanak bırakmamışlar. Alelacele, bazen tek bazen topluca olup bitenleri duydukları kadarıyla, bildikleri kadarıyla anlatmışlar. Büyükbaba, meseleyi anlatmak isteyenlere kızmamış. Sözlerini kesmemiş. Onların söyledikleri bitince de nazikçe tekrar anneye dönmüş:
- Olup bitenleri Birde senden dinleyeyim bakayım, demiş.
Meseleyi anlatmaya çalışanlardan bazıları bu duruma bozulmuşlar. Surat asmışlar. İçlerinden biri bununla da yetinmemiş, ses tonunu da yükselterek:
- Aynen bizim anlattığımız gibi olmuş olay. Bize inanmıyor musunuz Büyükbaba, demiş.
Büyükbaba gülümsemiş:
- Size inanıyorum da, niçin ilk ağızdan dinlememe müsaade etmiyorsunuz onu anlayamıyorum.
— Biz anlattık ama. Orman Kadın bize ne dediyse biz de size söyledik.
— Muhakkak ki öyledir de Orman Kadın burada. Allah'a binlerce şükür ki olanları da anlatabilecek durumda.
Mekânda soğuk bir rüzgâr esmiş. Büyükbaba, oluşan sessizlikten istifade ederek Orman Kadın'ı dinlemiş sözünü hiç kesmeden, sorgu sual etmeden.
Az evvel duygularını ifade eden kadın, kendini tutamamış Büyükbaba ’ya dönerek söylenmiş:
- Yalan mı söylemişiz?
— Estağfurullah kızım. Öyle bir şey söylemedim ben. Böyle ortamlarda sakin olmak gerekir diye şey yaptım, alınma.
Orada bulunan erkeklerden biri araya girmiş:
- Nedir bu olayın sırrı Büyükbaba? Adam sırra kadem bastı.
Büyükbaba başını sallamış.
Başka biri lâfa karışmış:
- Yer yarılmış da yerin dibine girmiş kaşla göz arasına, her yeri aradık. Bakmadığımız köşe bucak kalmadı vallahi. Affedersiniz ahıra bile baktım ben.
Büyükbaba, az evvel yumduğu gözlerini açmadan başını sallamaya devam etmiş.
Kapı dibinde ayakta duran biri, kalın sesi ile konuşmuş:
- Bize bir akıl ver, ne yapmamız gerekir?
Büyükbaba, gözlerin açarak zevcesine doğru biraz yanaşmış. Her zaman olduğu gibi fikir teatisinde bulunmuş onunla. Sonra da orta yere sormuş:
- Kolluğa haber verildi mi?
Herkes birbirine bakmış, hiç kimse " evet, verildi." dememiş.
Büyükbaba, çevresindekileri süzmüş. Sonra da içlerinden birine, Duran'a:
- Güvenlik güçlerine bir haber ulaştır sen Duran, demiş.
Duran, önünü iliklemiş, saygıyla eğilmiş, söylenileni yerine getirmek için oradan ayrılmış.
İçlerinden biri, yanındakine dönmüş, Büyükbabanın da duyabileceği bir şekilde ukalaca söylenmiş:
- Bunu biz de yapardık ama. Varsa Duran, yoksa Duran.
Söz, herkes tarafından duyulmuş. Odada birkaç kez olduğu gibi soğuk bir hava esmiş yine. Bazıları gelecek karşılığı merak etmiş, Büyükbaba’ya bakmış.
Büyükbaba, sessiz kalmak istemiş istemesine de hemen yanında oturanlardan biri ona doğru biraz eğilip onu fişeklemeye çalışmış:
- Şu terbiyesize bir şey söylemeyecek misin Büyükbaba? Ağzının payını ver ki nerede ne konuşacağını öğrensin kara cahil.
Oradakilerden biri de lâfa karışmış:
— Bu hep böyle, muhatap almaya değmez.
— Muhatap almaya değmez olur mu? Susturmasan başkaları da kuvvet alır bundan. Yılanın başını küçükken ezeceksin. Mecliste nasıl konuşulacağını bilmeyenler artar böyle tiplere müsamaha gösterirsen.
Büyükbaba
- Atılan her taş alınmaz demiş. Bekleyip görmek gerek bazen.
Büyükbabaya az evvel söz söyleyen adam, kımıldanmış:
- Verilmedi mi karakola daha haber, demiş.
Sağdan soldan cevaplar gelmiş:
- Gitti ya Duran.
— Verildi verildi.
— Karakol ne yapacak? Bebek değil ki giden.
— Bebek yapar mı onun yaptığını?
— Sır oldu uçtu havaya adam.
— Ayı mayı yemediyse çıkar şimdi bir yerden.
— Ayıyı da nereden çıkarttın? Ağzını hayra aç.
Son cümleyi sarf eden, Büyükbaba’ya dönerek
-Hayır, konuşalım hayır gelsin başımıza değil mi Büyükbaba, demiş.
— Elbette Şahin. Doğru olan budur oğlum.
— Siz ne düşünürsünüz bu konuda Büyükbaba?
— Ne diyeyim. Siz ne biliyorsanız ben de onu biliyorum. Yapabileceğimiz bir şey varsa baş göz üstüne diyorum.
— Elimiz kolumuz bağlı bekleyecek miyiz böyle? Bize bir akıl verin siz.
Son söze destek çıkanlar olmuş, fikrini ifade edenler olmuş değişik köşelerden.
— Evet ya, bir şey söyle de bize yapalım.
— Koskoca adam yer yarıldı yerin dibine girdi.
— Kaçırmış olmasınlar?
— Amma ettin Bulut. Kim ne etsin onu?
— Ne demek kim ne etsin? Başka bir şey ortada kaldı mı ortada? Var mı başka bir olabilirlik?
— Bakın olabilir bu. Geçen gün meydanda birileri ile tartışıyordu.
— Gördünüz mü ya! Kimdi?
— Buralı değillerdi. Ben atın üzerindeydim, durup konuşamadım da. Ama bayağı tartışıyorlardı.
Orman Kadın’ı tartışmışlar sözü telaşlandırmış. Ağlamaya başlamış. Dövünmeye de başlamış Saniyeler içinde bir de senaryo yazmış. Dizlerine vurarak düşüncelerini ifade etmiş.
— Evet evet onlar kaçırdı kocamı. Aman Allah'ım. Aman, ben ne yapayım şimdi de nerelere gideyim ben? Ya öldürdülerse, ya bir şey ettilerse kocama?
Büyükbaba, Orman Kadın’ı yatıştırmaya çalışmış:
-Dur hele bir, sakin ol. Kaya Ağa, ölçüyü kaçırmaz tartışsa da.
— Başka ne olacak baba? İşte görmüşler. Birden bire de yok oldu.
Ve tam bu anda kapı açılıp kapanmış Çakıl telaşla “Orman Ana, Orman Ana” diye bağırarak içeriye girmiş. Etrafına bakınmış:
- Orman Ana kııııız, nereysen çık bir şey diyeceğim sana.
Orman Kadın, hiddetlenmiş:
-Bir sen eksiktin, demiş. “Söyle çabuk ne söyleyeceksen,”
Çakıl, ellerini çırpmış Orman Kadın’ı görünce:
- Kocanla barıştık biz.
— İyi ettiniz, aferin size. Bunu mu demeye geldin bana?
— Birde şey dedi kocan bana. Deyim mi?
- Sonra dersin. Haydi git şimdi, benim derdim bana yeter arttırır başımdan döker.
Terslenmek her insan gibi Çakıl’ın da hoşuna gitmemiş. Suratını düşürmüş. Kendi kendine ama herkesin duyabileceği bir ses tonu ile onlardan yardım ister gibi konuşmuş:
- Dedimi yaparsan, seni Meselâ'nın şeyi yapacam seni dediydi bana şey dayı.
Çakıl’ın hemen yanındaki yeni yetme, atik davranıp sormuş:
- Ne yapacakmış?
— Onu unuttum da, bana şey dediydi Kaya Amca, git benim hanıma söyle...
— Ne zaman dediydi?
— İşte, beş elli saat kadar önce dediydi.
Çakıl’ın gelişi ve sözleri ortamı dağıtmış. Herkes yanındakine kendince bir şey söylemeye başlamış. Ortamda bir gürültü oluşmuş.
Muhtar, Çakıl’ı pek severmiş. Onunla zaman zaman şakalaşır, zaman zaman kızdırırmış. Her durumda da onun söylediklerine pek gülermiş. Neşeli bir ses tonuyla konuşmuş
- Gene ne diyorsun Çakıl oğlum?
Burnundan soluyan Orman Kadın konunun iyice dağılmasına elinde olmayarak çok öfkelenmiş:
— Eğlence arayanlar dışarı çıksın. Burası düğün evi mi? Ne bu böyle?
Orman Kadın’ın bu haykırışı herkesi susturmuş. Bunu fırsat bilen Çakıl, kalabalığı yararak Orman Kadın’a iyice yaklaşmış, kendine has gülüşü ile:
- Kaya Baba sana bir haber gönderdiydi de onu haber verecektim.
— Kaya baban yok. Nerden baban oluyorsa hem, Kaya baban gitti
— Kaya Dede git şeye, haaa, dedi. Senin adını şimdi usumdan çıktı ama sana söyle beni merak etmesin, üç saate kadar gelecem dedi, sonra da sakın unutma diye tembihledi bana.
Çakıl, söylenileni unutmadığı ve de haberi ilgi kişiye ilettiği için gururlanmış. Birkaç tane kalan sarı dişlerini göstererek sevinmiş,
- Ben de unutmadım baak. Söyledim sana.
—İyi ettin. Aferin sana. Hadi şimdi git.
— Unutmazsan seni, Meselâ ülkesine şey yapacam da dedi bana.
Misafirlerden Yosun, Çakıl’ın söylediklerini tıpkı Orman Kadın gibi ciddiye almamış. Sinirlenmiş de. Eliyle kapıyı işaret ederek kükremiş:
- Atın şunu dışarıya, bir de bununla mı uğraşacağız yaaa?
Çakıl’ın yanında duran genç biri Yosun’un sözünü emir kabul etmiş. Çakıl’ın kolundan canını acıtacak şekilde tutup,
- Hade yürü, çık dışarı, diyerek itmiş.
Büyükbaba, müdahale etmiş.
— Durun hele bir, Bir dinleyelim Çakıl evladımızı.
Yosun, itiraz etmiş kelama:
- Nesini dinleyeceğiz bunun dede? Herkes burnundan soluyor zaten. Bununla yitirecek zamanımız mı var?
Büyükbaba, Yosun’un büyükbaba yerine dede demesine aldırmamış:
— Nice deliler bilirim ben, akıllıdır çoğumuzdan, demiş.
Bu sözler Çakıl’ ın hoşuna gitmiş. Yüzü gülmüş, gözleri parıldamış. Büyükbaba’’nin karşısına vardıktan sonra ellerini göğsünde kavuşturup hafifçe eğilmiş:
- Buyur Böyükboba demiş.” Emrin mi var bana?
— Söyle bakayım bana. .” Bugün mü gördün Kaya Efendi’yi sen?”
— Heee, aşam üzeri gördüm emmi.
— Nerede gördün?
Çakıl, eliyle öteleri işaret edip soruyu kendince cevaplamış:
—Yanında Karabaş da vardı. Git şey anana de dedi bana. Ben de dedim işte. Unutmadım. Ben akıllıyım.
— Akıllısın tabi. Orman Anana mı de dedi?
— Haa işte dede, O anana de, yemeklerini yesinler benim ecele gitmem lazım dedi. Ben ne deyim dedim o da bilir o dedi.
— Ama akşam geçeli çok oldu oğlum. Gece yarısı oldu bak.
Çakıl, başını öne eğmiş bu söz üzerine. Ağlamaklı olup suçunu itiraf etmiş:
- Ben oyuna dalmışım sonra da unutuvermişim. Şindi aklıma geldi.
Büyükbaba’nın iç sesi Çakıl’a inanması gerektiğini söylemiş. Zaman zaman yaptığı gibi de sesli düşünmüş:
- Köpeği ile acele bir yere gitmiş, gitmiş de acaba nereye?
—Yanında köpek vardı. Onu sevdim ben. O da bana kuyruk salladı. Yüzümü de yaladı. Beni sevdi.
Yosun, Büyükbaba’nın Çakıl’ı ciddiye almasına bir türlü bir mana veremiyormuş.
— Şunun sözüne mi inanıyorsun dede, uyduruyor.
Büyükbaba, o an istem dışı Orman Kadın ile göz göze gelmiş.” Dışarıya çık da şu köpeğinize bir ses bakayım. ”demiş. Orman Kadın, başını sallayıp dışarıya seğirtmiş. Onunla beraber birkaç meraklı da çıkmış. Orman Kadın köpeğine seslenmiş. Biraz beklenilmiş. Bir kez daha seslenmiş, bir kez daha seslenmiş. Biraz beklemiş. Köpekten ses seda çıkmayınca geriye dönmüş. Kendisinden cevap bekleyenlere:
- Yok, demiş.” Kuş olsa uçardı yanıma sesimi duysaydı.”
Çakıl, sözün söylediklerini kanıtlar mahiyette olduğunu anlayıp sevinmiş. El çırparak,
- Dedim ya, demiş. “ Kaya Enişteyle gitti köpek. Bulamazlar.
Büyükbaba, kendisine odaklananları süzmüş, fikrini söylemiş:
- Öyle gibi gözüküyor Bu saatte bir yere gitmez köpek.
Yosun, gene muhalefet olmuş, terbiyesizleşmiş de:
- Kusura bakma ama bazı köpekler gündüz yatar gece gezer dayı.
Odadakilerden bazıları Yosun’un şimdi de Büyükbaba yerine dayı demesine kızıp ters ters bakmışlar.
Orman Kadın, Büyükbaba^yı destekler mahiyette söylenmiş:
- Bizim köpek gece de gündüz de biz götürmedikçe gitmez bir yere Belli ki bizimkiyle gitti.
Çakıl, heyecanlanmış. Orman Kadın’a dokunarak:
- Sizinkiyle gitti, demiş “Ben dedim işte, demedi demeyin sonra.”
Sonra da Çakıl, görevini tamamladığı kanaatiyle, bildiği tek türküyü bilmem kaçıncı kez söyleyerek, gülüşmeler arsında orayı terk etmiş:
“ Damdan sakız akıyor, damdan sakız akıyor
Kız nişanlın bakıyor, kız nişanlın bakıyor.”
Büyükbaba, oturduğu yerden yavaşça kalkmış. Bütün gözler ona doğru çevrilmiş.
Büyükbaba, dışarıya doğru yönelmiş, yanından geçmek için davrandıkları hemen ayağa kalkıp ona yol vermişler.
2.BÖLÜM
Derin derin birkaç kez soluk alıp verdi. Düşünüyor, olasılık üretmeye çalışıyordu. Gecenin dördünü bulmuştu saat.
Abakay Hanım, kapıyı tıklatıp kocasının çalışma odasına girdi, kocasına seslendi.
— Hayrola hayatım bu saatte. Hala masal mı yazıyorsun?
— Hiç yatmadım ama bir kelime de yazamadım.
— Yazamadıysan yazamadın. Ölüm yok ya ucunda. Yarın yazarsın. Haydi yat yatağına.
— …
— Haydi şekerim. Zorlama bu kadar kendini.
— Ne diyorsun sen Abakay? Masalın döşemesini yaptım, az buz gövdesini inşa ettim çözüme ramak kaldı. Niye yarına bürgüne kalsın ki?
— İlham, ilham… Kafanı biraz dağıt gelir hemen.
- …
— Sana çay mı yapayım sütlü kahve mi?
— Kalktığımdan beri bir çay, bir kahve. Olmuyor. Hem biliyorsun ki ben ilhama milhama da inanmam. Her şeyin başı çalışmak.
— …
— Ne o gülüş kız?
— Yolsa sen hala Mesela Ülkesi’ ni bitiremedin mi Hakan?
— Evet ya Abakay Hanım. Yani, aslında basit hem de çok basit bir masal ama tıkandı kaldı benim için.
Abakay Hanım'ın dikkatini masanın üzerindeki mor dosya çekti. Kocasının, mor renkten pek haz etmediğini biliyordu. Mor dosyayı göstererek sordu:
- Bu ne?
Hakan Bey, anladı:
- Atölye talebelerine tamamlayın diye verdiğim masalların bitmiş halleri.
— Seni gidi seni, kopya çekecektin onlardan ha.
Hakan Bey, karısının ellerinden tuttu,
— Mesela Ülkesi yok orada dedi. Hem aşk olsun ben kopyacı mıyım?
Abakay Hanım, ellerini kocasının avuçlarından çektikten sonra da
-Müsaade eder misin bir okuyayım bitirmeye çalıştığın şu masalı, dedi.
Hakan Bey, esnedi gerindi. Kâğıtları toparladı ayağa kalktı, hafifçe eğilerek :
- Müsaade etmek ne demek sultanım, dedi. “Emrin olur. Buyur.”
Abakay Hanım, hızlı okuma eğitimi almış bir kadındı. Bu konuda hayli de iddialıydı.
Dakikalar içerisinde sadece adını bildiği masalı okudu. Sonra, "Bana bir kalem." ver dedi kocasına.
Kalemi aldı.
— Masalın sonuna bir şey yazacağım, dedi. Bekledi ve ekledi, " Müsaade var..."
Abakay Hanım, zaman zaman hiç olmayacak şeylere hiç olmayacak tepki verdiğini bilirdi kocasının. Masalına yapılacak bir müdahale böyle bir tehlikeye gebeydi.
Aslında Hakan Bey de bu durumun farkındaydı. Bu huyunu pek sevmezdi ama huydu işte. Gerçi yıllar öncesine bakarak epeyce bir kendini bu mevzuda frenlemeyi öğrenmişse de yüzde yüz bitirememişti daha.
Hakan Bey, " Var" dedi.
Abakay Hanım’ın kafasından yazmayı düşündükleri bir anda uçtu gitti. Bir düşündü, iki düşündü. Yeni bir şey de gelmedi aklına
Hakan Bey, göbeğini kaşıyarak alaylı konuştu:
— Ne oluyor, gelmiyor mu ilham?”
Abakay Hanım cevap vermedi.
— Masal değil mi, uydur uydur yaz derdin hep. Uyduruversene sonuna bir şeyler.
Abakay Hanım bir anda sinirlendi:
—Masal mı yazıyorum, dedi. Toparlayamadım bir anda. Alay etmene hacet yok herhalde.
Hakan Bey, fol yok yumurta yokken terslenmesine bir mana veremedi. Bahar havasının kışa dönmesine şaştı. Abakay Hanım, kocasının yarısını içtiği çay bardağını aldı. Yapılmasından nefret ettiği bir şeyi kendisi yaptı. Bardakta kalan çayı odada bulunan çiçek saksılarından birinin dibine döktü. Sonra da öğrencisini imtihana çeken bir öğretmen edasıyla kocasına sordu: Geçen gün sana Esranur Daşpınat’ın Gün isimli bir şiirini okumuştum. Anımsıyor musun?
Hakan Bey’in ezbere bildiği şiirlerden biriydi karısının söz ettiği şiir. Hem hava atmak hem de karısın biraz yumuşatmak için şiiri bildiğini hissettirmeden:
—Sen okurken mıh gibi kazıdım belleğime, gün olur sorarsın diye, dedi. “Okuyayım mı?”
Karısının oku demesini beklemeden de bir havayla okudu. Şiir aynen şöyleydi.
GÜN
Kötü bir gün olacağını
Düşünmeyeceksin sabahleyin
Belki de bugün
Dinecek gözyaşların
Önce, unutamayacağını zannedeceksin
Sonra, yavaş yavaş alışacak benliğin
Ardından, mutlu olmaya başlayacaksın
Anlayacaksın, işte bu senin kaderin
Kadersizliğe inanmamalı insan
Her ne olursa olsun
Tüm kötülüklere nazaran
İyi olmayı bilmeli insan.
Abakay Hanım için şiirin okunması sürpriz olmasına rağmen tepki vermedi. Kocasını tepeden tırnağa eylemini hissettirecek şekilde süzdü. Mimikleri bir değişikti. Hakan
Bey, gevrek gevrek güldü. Kasıldı:
— Ne o, dedi. “Hatırlayamayacağımı, okuyamayacağımı sandın değil mi?”
Abakay Hanım, bir değişik gülümsedi. Kâğıtları incitmekten korkar gibi masanın üzenine bıraktı. Odadan çıktı. Çıkarken de Hakan Bey’e döndü. kendine has “ hoşça kal” işareti yaptı. Hakan Bey, karısının üzerimde pijama, gecelik, ya da eşofman değil de elbise olduğunu birkaç dakika sonra hatırladı. Bunun niçin böyle olduğunu düşünürken dış kapı açılıp örtülür gibi oldu. Meraklandı, karısına seslendi. Ses alamadı. Çalışma odasından çıkıp yatak odasına geçti. Karısı yoktu. Odalara baktı, banyoya, tuvalete baktı, karısı yoktu. Dış kapıya gitti. Kapıya bir not yapıştırılmıştı. Okuyamadı yazılanları. Koşarak gözcüğünü alıp geldi. Notta şöyle yazıyordu:
“Ne kendini nede beni yargılamaman dileğimdir Hakan. Beni anlamaya da çakışma lütfen. Senden boşanmak istiyorum. Avukatım yarın seni arayacak. Hoşça kal”
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder