PİYANGONUN CANLISI
Beş karış surat ile epeyce bir süre evin içerisinde dolaştı. Adımlarını hızlı hızlı attı. Tespih çekti. Saçlarını karıştırdı. “ Tamam İsmail!” dedi.
“Tamam İsmail” sözü ilk şoku atlattığının bir kanıtıydı. Tehlike azalmıştı. Şimdi, ocağa çay koyacak üç bardak çay içince kendine biraz daha gelecekti. Öyle de oldu. Çaydanlığı temizledi, demliğe çay, çaydanlığa su koydu. Ocağı yaktı. Çaydanlığı üzerine yerleştirdi. Salona geçti. Koltuklardan birine oturdu. Çoraplarını çıkardı ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. Ayak parmaklarını oynattı, güldü.
— Gitsin otelde kalsın efendim.” dedi. “Burası otel mi?”
Televizyon kumandasını aldı, düğmesine bastı.
— Bari kaç gün kalacağı belli olsa. Burada kalabilir miymiş? Bir sakıncası var mıymış? Var efendim bir sakıncası var
Açtığı televizyon kanalında reklâmlar başlayınca başka kanala geçti, Orada da reklâmlar vardı, Bir başka kanala geçti orada da reklâmlar vardı.
— Hay sizin reklâmınıza, dedi
Televizyonu kapattı. Ocağın ateşini fazla açmış olmalıydı, suyun kaynadığını hissetti. Seğirtti mutfağa. Gerçekten de su kaynamıştı. Mutfaktan içeri girerken de çaydanlıktaki su taştı, ocağı söndürdü.
— Bir sen eksiktin, dedi
Çaydanlıktaki suya mı kızmıştı ocağa mı kızmıştı, gelecek kişiye mi kızmıştı teyzesine mi kızmıştı anlaşılamadı.
Ocağın altını tekrar yaktı. Çayı demledi. Mutfak balkonuna çıktı. Karşı balkonda genç bir kadın vardı. Sandalyesine oturmuş, bacak bacak üzerine atmış çayını yudumluyordu.
İsmail, bir an kadının oturmakta olduğu dairenin bir aydır boş olduğunu, camında da “ kiralık” yazısının olduğunu hatırladı. Kaça tutulduğunu merak etti. Kadına baktı, bir an göz göze geliriz de, hem hoş geldiniz der hem de sorarım düşüncesi ile.
Kadın da İsmail’i fark etti. Fark etmesiyle de üzerindeki kazağa benzer giysiyi hızla çıkarttı bacaklarına örttü. Yarım da döndürdü sandalyesini.
İsmail, utançtan kıpkırmızı oldu. Hiç fark etmedim eteği mini miydi yoksa diye içinden geçerdi. “ Hay Allah” dedi belli belirsiz. İçeriyi girdi. Perdeyi çekti.
Mutfak masasının taburesine çöktü İsmail. Birkaç dakika orada kaldı sonra kendisine bir bardak çay doldurdu. İki şeker attı. Karıştırdı. Çayından bir yudum aldı. Çay pek lezzetsiz geldi.
Yanlış anlaşılmaktan oldum olası korkardı. Korktuğu bir kez daha başına gelmişti işte. Kadınının yanlış anladığı aşikârdı. Nasıl çıkacaktı artık o balkona? Oysa en sevdiği balkondu orası. Çoğu zaman gece on birden sonra çıkar, çayını kahvesini yudumlar, karşıki bina boşluğundan yararlanarak uzaklara dalar giderdi. Karşı binanın karşı dairesinin tek balkonu vardı o da o balkondu.
Bilinçsizce eli cep telefonuna gitti. Bu olanları biri ile paylaşmak biraz olsun rahatlamak istedi. Kız arkadaşı bir türlü çözemediği bir mizaca sahipti. Ona bir merhaba demek istedi. Sesinden bunaldığını anlarsa bunalmıştı, anlamazsa kendisi abartıyordu.
Karşı telefon çalar çalmaz açıldı. İşte, şans yardım etmişti:
— Telefonunun başında beni mi bekliyordun kız? dedi.
— Şimdi kapatmıştım da. Hayırdır!
— Ne hayırdırı? İnsan sevdiğini arayamaz mı?
— Arar da. Sesin biraz bozuk gibi geldi. Bir şey mi oldu?
— İki kelam etmedik daha ya? Nereden çıkardın?
—Yok yok bir şey olmuş. Ne oldu?”
— Hangi birinden başlayayım kızım?
Sandalyelerin birine oturdu İsmail. Sonra da ekledi.
— Dinleyecek misin? Anlatayım mı?
—Anlat.
Songül’ün ses tonundan “ istiyorsan anlat yani” manasını çıkarttı.
Songül’le üç senedir arkadaştı. Bir kez olsun, yarım saatliğine olsun Songül’ü evine getirememişti. Birden “ Şimdi de gelme bakalım.” dedi. “El mi yaman bey mi yaman görürsün.”
Bir an durdu. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözünü anımsadı. Anımsadı da bu fırsatı da tam olarak kaçırmak istemedi.
Songül ses seda gelmeyince sordu:
— Alo, orada mısın?
— Buradayım. Anlatmanı bekliyorum
— Sesin pek anlat der gibi değil ama.”
— Saçmalama hade, Anlat. Dinliyorum.
Anlattı. Hem teyzesinin telefonunu anlattı, hem de karşıki dairenin balkonunda oturan kadının yaptıklarını . Songül, hiç sözünü kesmedi.
İsmail,” İşte böyle” dedi anlatacakları bitince.
Songül yine bir şey demedi.
İsmail sordu:
— Bir şey söylemeyecek misim?
— Ne söyleyeyim?
Sesini biraz yükseltti İsmail:
— Ne demek ne söyleyeyim ya. İnsan bir şeyler söyler.
—Tamam da ne söyleyeyim?
- …
— Neye canının şey olduğunu anlayamadım.”
—Bir saattir anlatıyorum ya Songül.”
— Kusura bakma, vallahi billahi anlayamadım niye şeyinin şey olduğunu.
İsmail’in fevri çıkışları olurdu zaman zaman. Onlardan biri oldu. Sesini yükselterek:
— İyi öyleyse “dedi. “Ben de kendime anlayacak birini bulurum.”
Telefonu kapattı. Cebindeki telefonu yatağın üzerine fırlattı. Bir süre telefonun çalmasını bekledi. Songül’ün hemen arayacağını ummuştu. Songül aramadı. Düşününce kendisinin hatalı olabileceği kanısına kapıldı. Arayıp özür dilemek düşüncesi ile telefonu elini aldı, arayıp aramamak konusunda gitti geldi gitti geldi. Sonra da telefonu aldığı yere tekrar fırlattı, söylene söylene evden çıktı.
Yarım saatlik yürüyüş iyi geldi. Kafasını toparladı biraz. Saate baktı. Kâbus gibi birkaç saat yaşamış üzerinde toplanan kara bulutlar biraz olsun üzerinden dağılmıştı.
Yoldan geçen simitçiden iki simit aldı, biraz ötesindeki kahveye girdi. Büyük bardakta çay istedi garsondan. Yolu gören sandalyelerden birine oturdu. Oturması ile de yoldan geçen bir tanıdıktan selam aldı:
— Afiyet olsun İsmail.
— Eyvallah!
Simitten büyükçe bir parça kopardı. Çayı beklemeye koyuldu.
Belki de iyi olur, kafadan biridir, diye aklından geçirdi gelecek misafir için. “Teyzemin hatırı için bir hafta çiğ tavuk bile yenir be İsmail, yaptığın şu tafraya bak.” diye söylendi. “ Birkaç gün, hade bir hafta olsun ne olur yani. Seni de evini de yemez korkma.”
Bir an biraz bilgi almadığına üzüldü. Kaç yaşındaydı? Niye geliyordu? Bunları niye sormamıştı ki! Belki teyzesi anlatacaktı ama tamam tamam anladık der gibisinden kadının ağzına tıkamıştı sözlerini.”
Bilmem nesinin çocuğuymuş da buraya gelecekmiş de, burayı pek bilmiyormuş da, biraz yardımcı olabilir miymiş de…
Songül’e, “ Gelen misafir kız ama.” diyecekti onu kıskandırmak merak ettirip evine getirmek için ama dememişti. Biraz da abartacaktı Teyzem beni onunla evlendirmek istiyordu eskiden ama ben senin için olmaz, demiştim demeyi de düşünmüştü. Söz sözü açacak İsmail de lafı gediğine koyacaktı:
“ Sen yarım saatliğine gelmiyorsun elin kızı ta nerelerden geliyor. Aslında iş bahane kız. Ateş ile barut misali, belki hoşlanırım falan diye düşünmüştür teyzeciğim.”
İsmail, aklından geçenleri söyleyemediği için keyfi kaçtı. Başka şeylerde söyleyecekti, Tam sırasıydı. Hiç birini ses tonu canını sıktığı için söyleyememişti,
İhtiyacı olmadığı halde elini sırtına götürdü İsmail. Kaşındı, kaşındı. Telefon etsem de az evvel söyleyemediklerimi söylesem mi acaba diye içinden geçirdiyse de bu düşüncesinden vazgeçti. ” Onun araması lazım”.dedi.
İsmail, çay parasını bıraktı masaya. Kalktı. Garsonla göz göze geldi. Parasını bıraktım anlamında bir işarette bulundu sonra kahvehaneden çıktı. Ellerini beline dayadı. Bir süre etrafına bakındı. Saate baktı. Ne yapacağına karar veremiyordu.
Biraz ötesinde birkaç ay önce açılan ama hiç gitmediği markete gözü takıldı. Ağır adımlarla oraya doğru yöneldi. Hem biraz dolaşırım hem bir şeyler alırım sonrada eve gider yatarım diye aklından geçirdi. Biraz uyursa iyi olacağını düşündü. Birkaç adım yürüyünce markete gitme düşüncesinden vazgeçti, Yoldan geçmekte olan bir taksiyi çevirdi ve de evine gitti. Üzerindeki kıyafetleri bile çıkarmadan kendisini yatağın üzerine bıraktı. Tam uyumak üzere iken kapı çaldı. Açmak istemedi önce. Duymazlığa geldi zili. Israrla çalınca zil, söylene söylene kalktı:
“ Bu kadar çalmanı gerektirecek bir şey değilse ben sana sorarım.
Gelen Batuhan’dı. Elinde de büyükçe bir paket vardı. Batuhan çıkıştı:
—Bir saattir neredesin oğlum? Evde değilsin diye ödüm koptu.
Batuhan, İsmail’in bir şey söylemesine olanak bırakmadan içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkardı. Elindeki poşetlerle salona geçti. Geçerken de “ Bir açacak getirsene “ dedi.
Salona geçti, torbasındakileri salondaki masanın üzerine bıraktı. Salon kapısının önünde duran İsmail’e:
—Açacak getir.” dedi. Sonra da “ İçeriz” değil mi, diye laf olsun diye sordu.
İsmail, içelim bari der gibisinden bir harekette bulundu.
— Merak etme? dedi Batuhan “ Yiyecek içecek başka şeyler de aldım.”
***
Israrla çalan kapı zili İsmail’i uyandırdı.
—Ne var, ne oluyor gecenin bu vaktinde? diye söylendi.
Gözlerini açtı. Salondaki divanda olduğunu fark etti. Salon kapısının girişindeki Batuhan’ı gördü. Batuhan’ın üzerinde sadece iç donu vardı. Ellerini beline dayamıştı.
İsmail, gözlerini kırpıştırarak sordu:
—Yangın mı çıktı? Biri mi öldü?
— Seni bir kadın soruyor.
— Beni bir kadı mı soruyor? Ne kadını.
— Ay çok komik. Hade kımıldan da bir bak.
İsmail doğruldu. Başı ağrıyordu. Sızıp kalmıştı dün. Batuhan’a:
—Yoksa kapıyı böyle mi açtın?” dedi.
Batuhan, suratını buruşturarak:
—Ne bileyim ben” dedi. “Kapıcı geldi sandım.”
—Ne istiyormuş gecenin bu saatinde?
Batuhan, alaylı gülümsedi:
—Ne gecesi ya! Öğle olmuş. Ezan okunacak neredeyse.
—Öğle mi olmuş. Yapma yahu.”
İsmail zor da olsa toparlanıp ayağa kalktı. Sağda solda içki şişeleri vardı. Batuhan’ın sağa sola fırlatılmış giysileri ile salon daha da beter olmuştu.
İsmail, soyunup dökünmeden yatmıştı. Elleriyle saçını düzeltti.
—Kim olduğunu söylemedi mi?
—Git bak hade! Kocakarılar gibi bir sürü sual.
İsmail sinirlendi:
—Sen de üzerini giyin, dedi. “Böyle kapı açılır mı ya”
Dış kapı bulundukları yerden görülüyordu. Kimse yoktu kapıda. İsmail bir an Batuhan’ın soğuk şakalarından birine maruz kaldığını düşündüyse de bir şey demedi. Üzerini gereksizce çırptı. Kapıya doğru yürürken ne olur ne olmaz diye pantolonunun fermuarını da kontrol etti. Hala kâpının ağzında durmakta olan Batuhan’a çarparak dış kapıya doğu yürüdü. Batuhan’da kapıyı örterek İsmail’in arkasından gitti.
Kapının hemen dışında şık giyimli hoş bir kadın duruyordu.
İsmail, kadına dikkatli dikkatli baktı. Şimdiye kadar hiç görmemişti.
— Buyurun, dedi “ Kime bakmıştınız?”
— Uygunsuz bir zamanda geldiysem, birkaç saat sonra da gelebilirim. dedi kadın
— Beni aramışsınız galiba. Hayırdır?
İsmail, bir kadına bir de yanına iyice sokulan Batuhan’a baktı. Batuhan üzerine bir şey giymemişti. Kulağına eğildi:
— Ben olsaydım donumu da çıkartırdım, dedi. “ Ne pis adamsın ya.”
Batuhan, söze tepki vermedi. Kadına hitaben İsmail’i göstererek.
— Aradığınız zatı muhterem bu dedi.
Kadın gülümsedi. Elini uzattı.
—Adım Selina.”
İsmail elini uzatmadı tokalaşmak için. Buz gibi bir sesle,
— Evet, dedi.
— Adım Selina.
— Onu anladık da, ne istiyorsunuz?
İsmail’in baş ağrısı artmıştı. Midesi de kendisini rahatsız etmeye başlamıştı. Birkaç gün önce Muharrem’in “ Bundan sonra avukatımla görüşeceksin sözünü de hatırlamıştı Bu kadın o olmalıydı.
—Tamam, da bayan dedi İsmail. “Adınız Selina. Benim adım da İsmail. Kem küm edip durmayın da ne istiyorsanız söyleyin. İşim gücüm var benim.
Batuhan’a döndü İsmail. Kulağına eğildi.”Muharrem’in avukatı olsa herhalde bu “dedi. Batuhan konuyu biliyordu. Geldiyse görür der gibisinden gülümseyip baş salladı.
Selina Hanım, çantasından bir kâğıt çıkardı. Baktı. Sonra da sordu:
— Burası 212’ye 9 değil mi?
Batuhan yayvan yavan konuşarak önce soruya cevap verdi:
— Burası 212’ye 9 değil 112’ye 9.
Sonra da İsmail’i kolundan tutarak içeriye çekti, çekerken de kadının duyacağı bir ses tonu ile söylendi:
— Pes yani 112 nire 212 nire. Allah güzellik vermiş lakin akıl vermemiş.
Kapıyı sertçe çekerek kapattılar.
İsmail’in bulantısı geçer gibi oldu. Gülerek Batuhan’a baktı:
— Sen hastasın oğlum” dedi. “Karıda moral diye bir şey bırakmadın.”
Batuhan, kolunu arkadaşının omsuzuna attı:
— Arkadaşız biz oğlum, dedi. “ Şükretsin ki avukat değildi?
İsmail, Batuhan’ın saflığına güldü:
— Bence avukattı, dedi. Korktu 112’yi 212 yaptı. Kadın aklı ile de bizi yedi.
İsmail’in midesi de bağırsakları da tekrar sıkıştırdı. Bir eli zaten tuvaletin kapısının kolundaydı. Hızla, kolu çevirdi içeri girdi.
İsmail tuvaletten çıkıp salona geçtiğinde Batuhan çekyatın üzerine uzanmıştı. Gözleri yumuktu. İsmail, Batuhan’ın başına gitti. Tuvaletin haline olabildiğince sinirlenmişti. Batuhan’ın üzerimdeki battaniyeyi çekerken de suratını olabildiğince ekşiterek:
— Tuvaleti ne hale sokmuşsun. Haydi kalk pis adam..” dedi.
Batuhan karşılık verdi:
— Git başımdan.”
— Misafirim gelebilir her an. Yardım et de biraz olsun toplayalım etrafı.
Git temizle tuvaleti de.
Batuhan, su dökecektim ama üşendim diyecekti, demedi. Üstte çıktı:
— Ben tuvalete girdiğimde tuvalet zaten öyleydi.
—Yok canım.
— Öyle canım.
—Öyle böyle hade kalk yardım et bana.
Batuhan uzun uzun esneyerek kalkarken telefon çaldı.
—Vallah çok isterdim dostum ama yarım saat sonra manitamla buluşacağım. dedi ve ekledi. “ Sana kolay gelsin.”
Batuhan’ın bu davranışı İsmail’e yabancı gelmedi. O da ona gittiği zaman aynı şeyi yapıyordu.
—Hiç olmazsa şu şişeleri poşete koy da giderken çöpe at.” dedi İsmail.
İsmail bunu söylerken Batuhan dış kapının önündeydi. Ayakkabılarını giymiş kapıyı açıyordu. Döndü:
— Bay bay “ dedi, kapıdan çıktı. Kapıyı kapatmadan da ekledi; “ Okkalı bir Türk kahvesi yap kendine, sonra ortalığı toplarsın benden tavsiye.”
Az evvel ara veren telefon yeniden çaldı. İsmail, “ Çal desek çalmazsın” dedi telefona bakarak. Telefona doğru yürürken kapı zili de çaldı.
— Yine bir şey unuttu bizimki” dedi Batuhan için İsmail.
Kapıyı çalan, ses de veriyordu:
—Evde olduğunu biliyorum. Aç kapıyı.
Kapıcı Durmuş’un sesiydi bu. İsmail kapılı açtı. Sertçe:
— Hayrola Durmuş Efendi, dedi. “ Ne istiyorsun?”
Kapıcı Surmuş, İsmail’in sert tonundum ürkmüştü. Belli belirsiz gülümseyerek yumuşak konuştu:
— Kadının biri bir kâğıt verdi size vermemi söyledi. Unuturum munuturum diye şey yaptıydım ben. Evde yok muymuşsun ne. Gerçi ben bir şey anlamadım ama, emanettir üzerimde kalmasın hani.
— Ne kâğıdı?”
Durmuş efendi, kâğıdı bulmak içim ceplerini karıştırmaya başladı karıştırırken de küfür ederek söylendi:
—Nereye kayboldu bu?
Pantolonun arka cebinde buldu, o mu o değil mi diye baktı. Oydu:
— Buyurun, deyip uzattı.
İsmail sordu:
—Okudun mu?
Kapıcı soruya bozuldu. Ben siz değilim diyecekti, tatsızlık çıkar düşüncesiyle vazgeçti
İsmail, başını iki yana sallayarak sordu:
— Nasıl bir kadındı?
Kapıcı, birden heyecanlandı. Ses tonu değişti.
— Piyangonun canlısı, dedi. “Bana altın bir saat hediye etti.”
— Sana altın bir saat mi hediye etti?
— Vallahi bende bir şey anlamadım ama İsmail Bey, öyle. Bakın.
Kapıcı, gömleğinin kolunu sıyırdı. Hakikaten de kapıcının kolunda göz kamaştırıcı altın bir saat vardı.
İsmail, elinde tuttuğu kâğıdı açtı, okudu. Benzi kül gibi oldu. Birkaç kez kapıcıya birkaç kez kâğıda baktı.
Kâğıtta bir not vardı:
“İsviçre’den getirdiğim Altın saat sizeydi ama kısmet değilmiş.
Meral Teyze’ye selamlarımı iletin. Selina.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder