10 Mart 2015 Salı

MİNİ HİKÂYE:
CİĞER-EKMEK
Bir an kendimi çok kötü hissettim. Hava soğukçaydı günün ağarmasına da çok vardı. Bir köşeye yığılıp kalsam epeyce bir süre kimse fark etmeyebilirdi de. Bir ümitle etrafıma bakındığımda elli metre kadar ötemde ışıkları yanan bir kahvehane gördüm. Bin bir güçlükle oraya gittim. İçeride kimse yok gibiydi ama kapı açıktı. İçeriye girdim kapının hemen yanındaki masalardan birine oturdum. Sivri uçlu ayakkabılarının arkasına basmış birini beklemeye başladım. Muhtemelen gömleğinin yakasını yarıya kadar da açmıştı göğüs kıllarım görülsün diye. Azarlar gibi ne istediğimi soracaktı da, ben ne istemeliydim acaba?
Yerden birdenbire bitmedi tabi. Tertemiz giyimli, sinekkaydı tıraşlı, seksen bir yaşında olduğunu sonradan öğrendiğim Talip Amca oranın sahibiymiş. Yanıma gelip selamladıktan sonra yaptığımız kısa söyleşide öğrendim bunu. Bana bir şey isteyip istemediğimi sormadıysa da ben nezaketen bir bardak çay istedim.
Tertemiz bir bardakta içtiğim tavşankanı çayı ömrüm boyunca unutabilecek miyim bilmem ama Talip Amca ve yıllarca işletmekte olduğu küçük çay ocağı beni çok etkiledi. Günlerce kafamı karıştırdı.
Babam, bazen simit bazen annemin yaptığı gözlemeleri bazen de ciğer ekmek satarak bizleri bu yaşa getirdi. Minicik de olsa lokantavari bir yere sahip olmanın özlemi ile yıllarını tüketti. Ahir zamanında onun bu hayalini gerçekleştirme kararı aldım. Bir an evvel de bu fikrimi yaşama geçirmek için ağabeylerimden ve ablalarımdan destek istedim.
- Sen hiç büyümeyeceksin Hacı, dediler.
- Koca herif oldun hala romantik takılıyorsun, dediler.
Yanağımdan makas alarak ne kadar sempatik olduğumu ifade ettiler.
O günden sonra hiç kimseye hiçbir şey demeden babam için para biriktirmeye başladım. Dişimden tırnağımdan arttırdığım paralar üç sene sonra belli bir miktara erişti, Biraz da kredi çektim bankadan. Allah da yardım etti esnafın çokça olduğu bir semtte küçük bir dükkan tutup mini bir lokantacık oluşturdum.. Altı aylık kirayı da peşin ödedim. Babanın ömrü boyunca düşlediği böyle bir iş yerini görünce çocuklar gibi mutlu olacağını bildiğim için anahtarı babama teslim etme arifesinin gecesinde heyecandan ve mutluluktan sabaha kadar uyuyamadım. Saat dokuza doğru güle oynaya atlaya zıplaya babamın evine gitmek için yola düştüm. Babamın evine vardığında kapıda bir cankurtaran vardı. Babam cankurtarana bindiriliyordu.
Bir hafta kadar her gün babamın mezarına gittim. Anneannemin “ İnsana ölmeden değer verilmeli,” sözü her kabristana gidişimde canımı acıttı. Yine bir gün kabir ziyaretinden dönerken kendimi bildim bileli zaman zaman karşılaştığım o kişiyi gördüm.. Elinde gene sepeti vardı. “ Ciğer ekmek isteyen yok mu?” diyordu. Yanımdan geçerken” ciğerci” diye seslendim. Durup döndü. Yüz ifadesinden beş on kuruş daha kazanabilme olasılığı doğduğu için mutlu olduğu okunuyordu.
- Ciğerlerim günlük, dedi. Ekmeğim de öyle.
Zayıftı. Hayatın yükünü bir şekilde omuzluyordu tıpkı babacığım gibi.. Yıllardır da aynı işi yapabildiğini göre beş on kuruş kazanıyor olmalıydı.
- Yirmi tane lazım bana ama, çıkar mı? diye sordum.
Sevindi. Sepeti açtı tadımlık bir lokma hazırladı. Sundu:
- Tadına bak abi, mahcup olmazsın.
Tattım. Sonra da,” Beni takip et.”dedim. Baban için hazırladığım mini lokantaya az bir mesafe kalıncaya kadar konuşmadık. Oraya varınca “Bak” diye söze başladım. Olanları ve niyetimi tane tane anlattım. Bu arada da iş yerine varmıştık. Kapıyı açtım. Adeta nefesini tutarak dükkânın her yerine baktı. Anahtarı uzattım.
- Perşembe günü öğlen on arkadaşımla öğle yemeğin buradayım, dedim. “İlk müşterilerin biz olacağız.”
Yutkundu. Tamam niyetine başını salladı. Sepetindeki ciğer ekmekleri paket ettirdim. Sepete de doldurup oradan ayrıldım. Para istemedi ama ben kabul etmedim. Ayrılırken elimi uzattım tokalaşmak için. Ellerime sarıldı öpmeye çalıştı. Utandım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder