20 Aralık 2012 Perşembe


KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI

14.BÖLÜM



Birden, değişik bir şekilde burnunu çekti:

- Ne iş yapıyorsun sen, dedi.

Sesi yumuşak çıkmıştı. Biraz rahatlar gibi oldum.

- Avukatım, dedim.

- Dava mı kaybettin, dedi.

- Yok, dedim.

- Bir avukat bu saatte burada ne arar dedi.

- Öylesine, dedim.

- Uyuyordun ulan.

- İçim geçmiş.

- Bu masalları sen benim dedeme anlat.

Birden bir büyük şefkatiyle, elini cebinden çıkartıp omzuma attı.

- Otur, dedi.

Oturduk mecburen.

- Anlat dedi, rahatlarsın.

Bir şeyler anlatmalıydım bu adamdan kurtulmak için de ne? Çenem düşüktür. Edebiyatım da kuvvetlidir. Kuvvetlidir de aklıma anlatacak bir şey gelmiyor. Adam da gözlerimi suratına dikmiş konuşmamı bekliyor.

- Yahu dedim, belki inanmayacaksın ama bir karpuz işine bulaştık başımıza gelmedik kalmadı.

İlgisini mi çekti, rol mü yaptı bilmem, heyecanlanır gibi oldu, yanıma biraz daha sokuldu:

- Nasıl yani dedi.

Benim de anlatma ihtiyacım vardı belki:

- Bir gün dedim…

Başlattım anlatmaya.

Ben anlattıkça “ ha!” dedi, ben anlattıkça “hı!” dedi bazen güldü bazen “ yapma yahu!” dedi “ eee sonra” dediği de oldu, yan, ben anlattım o anlattıklarımı masal dinler gibi zevkle dinledi.

Ve sonra doğal olarak:

- İşte böyle dedim, dedim.

- Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun dedi.

- Bilmem dedim. Sen olsan ne yaparsın? Ne önerirsiniz bana.

Ellerimi tuttu.

- Estağfurullah halaoğlu, dedi. Ben kim koskoca avukata akıl vermek kim. Böyle olduğuma bakma ben haddimi bilirim.

Böyle olduğuma bakma, ben haddimi bilirim sözü bir anda içimi acıttı. Kendime hâkim olamadım sordum:

- Sen ne iş yapıyorsun?

- Arkadaşlar serseri der, birkaç hısım akraba var bazen sülalemin yüz karası derler bazen “ pislik” diye bahsederler. Kendimize göre bir yol tutturduk, kendimize göre bir düzen kurduk gidiyoruz işte.

Bir an sustu.

- Bazı şeyleri kanıksadık. Kanıksayınca işler daha iyi kolay oluyor.

Kanıksadık sözcüğünü ben bile kullanmam. Sözcük adamın hiç de boş olmadığını göstergesi. Biraz daha kaşısam mı ki?

- Bir kâğıt bir de kalem versene bana, dedi.

Sesi inanılmaz değişmişti. Biraz da titrer gibiydi. Ceblerini karıştırdım. Bankamatik fişi buldum. “ Bu olur mu? “ dedim.

Az evvelki ses tonu ile

- Kalem, dedi.

Yanında her zaman kalem bulunurdu uzattım.

El fenerinin de yardımıyla bir şeyler yazdı. Önce kaleni uzattı. Sonra kâğıdı verdi.

- Kaybetmeyeceğin bir yere koy, dedi.

- Kaybetmem ver, dedim.

- Nereye koyacağını görmeliyim, dedi. Sesi ürkütücüydü.

Cüzdanını çıkardım.

- Arasına koyarım, dedim. Kaybolmaz.

Kağıda göz atacak gibi oldum,

- Yarın oklu, dedi.

- Tamam dedim. Cüzdanıma koydum. Cüzdanı cebime koymak üzereyken:

- Bir çorba parası varsa dedi. Biraz ilerde işkembeci var da.

Böyle kişilere de dilencilere de para vermek adetim değildir. Cüzdanda biraz para var. Yok desem diye aklımdan geçirdim.

Lüzumsuz efeliğin bu aşamada ve bu yerde bir manası yoku. Cüzdanıma baktım. On liralık da vardı, elli liralık da yüz liralık da.

Bir onluk aldım cüzdandan, uzattım:

- yeter mı, dedim.

- Eyvallah, dedi. Parayı aldı siftah yapan esnaf havası ile yüzüne sürdü.

Ayaktaydı:

- O kâğıttaki herife git, beni zirzop Hüsnü gönderdi de.

Adama bak, resmen dalga geçiyor. Utanmasa Karpuzcu Hüsnü diyecek.

Döndü, birkaç adım yürüdü.

- Gitmemezlik etme, dedi. Bana anlattıklarını aynen o herife de anlat. dedi. Sana bol bol akıl verir o.

Manasız bir söz işte.

Birkaç adım daha gitti durdu. Döndü. Yanıma geldi. Burnumun dibime kadar iyice sokuldu.

- Bak gitmemezlik etme dedi. Dua edersin sonra bana. Beni…

Belli az evvel isminin başında söylediği lakabı unuttu. Sarhoş işte.

- Beni…

Hatırlamaya çalıştı, olmadı gene. Sıkmak için elini uzattı. Elimi vermesem olmaz. El sıkıştık

- Sadece Hüsnü gönderdi desen de olur. Tahmin eder benim gönderdiğimi. Tamam.

Tamam demedim. O anlama gelecek şekilde beşimi salladım. Birden ani bir hamle ile ensemden tuttu kendine doğru çekti yanaklarımdan “ oh!” diyerek öptu. Sonra geri çekildi. Yürüdü birkaç adım sonra dengesini kaybetti düştü, kalktı. Belki de bozuntuya vermemek için “ Oy farfara farfara /ateş düştü şalvara/ ağzım dilim kurudu kız yalvara yalvara” diyerek uzaklaştı.

O gözden kaybolur kaybolmaz da arkama bile bakmadan ben oradan ayrıldım.

***

Otel odasındaki yatağımdan kalktığımda öğle ezanı okunuyordu.



Devamı var

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder