30 Ağustos 2012 Perşembe
KARPUZCU HÜSNÜ’NÜN KARISI
Karpuz sergisindeydi. Bir süre izledim. Karpuzlardan birini eline alıyor, eviriyor çeviriyor, tıklatıyor sonra yerine bırakıyordu. Belli ki damağında tat bırakacak bir karpuz arıyordu. İnsaniyet namına yardım etmek istedim. Yanına gittim:
- Selamünaleyküm Nusret Bey, dedim.
Elindeki karpuzu bırakmadan döndü, beni görünce gülümsedi.
- Aleykümselâm, dedi. Hoş geldin.
Laf olsun diye sorulan sorulardan birini sordun.
- Karpuz seçiyorsun herhalde.
- Eh işte.
- Ver bakayım şunu.
Elindeki karpuzu kastetmiştim. Uzattı. Attım tuttum Teşhisimi koydum .
- Kabak bu dedim.
Davranışım ve ses tonum, etkisini göstermişti.
- Anlar mısın?
- Adana ‘da karpuz tarlalarında büyüdük biz. Çocukluğum oralarda geçti.
- Akşam misafirlerimiz var da dedi. Seçsene bana bir tane.
Karpuzun tam mevsimi. Yüz karpuzdan doksan dokuzu zaten iyi çıkar. Ya bismillah deyip, havamı attım:
Hastasını muayene den bir doktor edasıyla, karpuzlardan birini elime alıyor, kâh bir kaşımı havaya kaldırarak bebek okşar gibi elimde hoplatıyor, kâh orasını burasını tıklatıyordum. Bazen de burnuma götürüp kokluyor bir süre bekleyerek de teşhisimden emin olamaya çalıştığım havasını vermek istiyordum. Kolay değil karpuz seçiyordum.
Her şeyi tadında bırakmak gerekir malum, birkaç tane sonra elimi aldığım bir karpuzu Nusret Bey’in kucağına verdim:
- Tut bakayım şunu, dedim.
Sonra da az evvel ayağımın yanına koyduğum karpuzu elime aldım herkesin bir şeyden anlıyormuşçasına yaptığı hareketleri yaptım. Amacım Nusret Bey’e ikisi arasında bir seçim yapma aşamasına geldiğim havasını vermekti. Sonra elimdeki karpuzu Nusret Bey’e verdim, ondaki karpuzu aldım, orasını burasını kokladım hatta bir aralık ona verdiğim karpuzu da koklayıp ikisini kıyasladım sonra da “ Yaratanın inayetine” sığınıp, kendimden emin:
- Elimdekini al, dedim.
Karpuz seçme uğraşımın onu etkilediği ve de memnun olduğu aşikardı. İyi bir karpuz seçici olduğuma inanmıştı.
- Tamam, dedi.
- Parasını öde de köşeye kadar yürüyelim, dedim. Çoktan beri görüşemiyorum azizim.
Bilmiyorum, belki başka şeylerde alacaktı ama yapmış olduğum bu iyilikten ötürü karpuzun parasını kasaya ödeyip yanıma geldi, neşeli bir sesle:
- Eee daha daha nasılsın Hüsnü Bey, dedi ve de ekledi: “ Demek çocukluğun Adana’da karpuz tarlaları arasında geçti ha.”
- On altı yaşına kadar oralardaydım. Hala da ayağımı eksik etmem, arasıra gider karpuzlarla sarmaş dolaş olup eski günleri yâd ederim.
Yan yan yürüyorduk. Durdu:
- Yaa, sen Sivaslı değil miydin, dedi. Adana nerden çıktı?
- Demek ki bir aralık Sivaslı olduğumu söylemişim.
Övünmek gibi olmasın biraz pratik zekâya sahibim, toparladım.
- Berrin ablam Adanalı Karpuzcu Vehbi ile evli. Çok sık gider gelirdik. Kalırdım orada. Oradan.
- Hala oradalar mı?
Malum, yalan yalanı getirir. Nusret Bey’de soru sorma gününde belli. Bir an önce oradan uzaklaşmam gerekiyordu. Klasik kurtulma yollardan birini devreye soktum. Nusret Bey’e göstere göstere saatime baktıktan sonra,
- Ooooo, dedim. Saat de yediye geliyor. Ve gerisini getirdim: Size doyum olmaz ama bir arkadaşa uğrayacaktım geç kalırsam ayıp olur.
Ve Nusret Bey’in sadece gülümsemesine ve karpuz için” sağ ol” demesine müsaade ederek onun yanından ayrıldım.
1.BÖLÜM BİTTİ………………DEVAMI PAZARTESİYE
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder