27 Ocak 2012 Cuma

27 OCAK





GÜNLÜK,
Geçmiş günlerden birinde sana bahsetmiştim ya.
Tam anımsamıyorum anlatılan hikâyeciği ama öz olarak hatırımda.
Bir yerde, adamın biri bir şekilde para pul sahibi olur.
Hikâye bu ya, para pul sahibi olan bu adamla günlerden bir gün belli aralıklarla arkadaşları yolda karşılaşırlar.
Biraz somutlaştırayım hikâyeyi istersen ( sanki istemiyorum demek gibi bir şansın var) Sonradan mal mülk sahibi olan kişinin adı Derya olsun. Derya dememin bir sebebi var: Deseydim ki para pul sahibi olanın adı Elbeyi… Okuyacaklardan bazıları diyecekti ki hemen “ Niye Elbeyi? Niye erkek?
Ya da deseydim ki Yeliz. Hemen diyeceklerdi (bazıları) :
“ Niye Yeliz? Sen feminist misin? Niye aklına hemen bir kadın ismi geldi?”
O nedenle Derya, dedim. İsteyen kadın olarak algılasın isteyen erkek. Dört isim daha vereceğim onlar da öyle olacak.
Derya: Sonradan zengin olan bir şahıs
Güngör: Derya’nın bir arkadaşı
Deniz: Derya’nın bir tanıdığı
Tuna: Derya’nın arkadaşı
Güniz: Derya’nın merhabalaştı bir insan.
Sözün öze Derya ve arkadaşları.
Şimdi, hadise şu:
Derya’nın arkadaşları bir şekilde yolda karşılaşıyorlar, arkadaşları gülümseyerek, el sallayarak, başlarına hafifçe öne eğik kaldırarak ya da “merhaba”diyerek selam veriyorlar ona, ancak Derya onlara karşılık vermiyor.
Sonra, Derya’nın arkadaşları duygu ve düşüncelerini şöyle ifade ediyorlardı beş aşağı on yukarı, arkadaşlarına ya da kendilerine:
Güngör: Cebi para gördü ya selamımızı alma lütfünde dahi bulunmuyor hazret.
Deniz: Para adamı bu kadar mı değiştirir ha. Nah şuraya yazıyorum, Derya diye birini sildim defterimden. Ölürse cenazesine bile gitmeyeceğim. İnsan yerine koyduk “ merhaba” dedik dönüp bakmadı bile.
Tuna: Bir filozof şöyle diyor, birinin nasıl biri olduğunu anlamak istiyorsan ya para ya da koltuk sahibi yapacakmışsın. Hiç tanıyamamışım Derya’yı. Hiç olmazsa insan gülümser gibi yapar, selam babından elini koluna falan kaldırır. Eline beş para geçti diye kendine beş paralık biri mi sandın? Burnun bu kadar mı büyüdü?
Güniz: Bugün Derya’yı gördüm yolda. O kadar dalgındı ki selamımı bile görmedi. Arayıp da herhangi bir sıkıntısının olup olmadığını sorsam mı acaba?
Dün gece de evvelsi gece de aramadı Yadigâr.
Yadigâr mı kim?
Bahsetmiştim ya. Bahanesiz gül bağına girilmez misali almış olduğu yeni arabasına hayırlı olsun demek için ziyaretine gitmiştim. Sonra da evime bırakmak için çok ısrar etmesine rağmen kuzene uğrayacağım bahanesi ile istemini kibarca kabul etmemiştim…
Bir şey anlamamışsın gibi. Ayyy tabi gündem o kadar hızlı değişiyor ki. Telefondan, hakaretten makaretten bahsetmiştim de gerisini getirmemiştim. Geri sayfalara dönersen anımsarsın.

Hani gece yarısı telefonumu acı acı çaldırtmıştı, ikiyüzlülüğümden girmiş dönekliğimden çıkmıştı.”
Daha ne hakaretlerde bulunmuş bunu da yeni aldığı arabasına binmemem nedeni ile sarf etmişti.
Ama ben, sana da yazmıştım ya, olur a, Allah korusun bir kaza maza yapar sebebi de ben olurum endişesi ile “ Seni bırakayım önerisini “ geri çevirmiştim.
Yok onun şoförlüğüne güvenmemişim de…
Yok onu kıskanmışım da…
Yok…
Aslında bundan yıllarca evvel belki de birkaç yıl önce, fazla alınganlık ve de bu alınganlık akabinde olmadık şeyleri yapabildiği için psikolojik bir tedavi görmüştü Yadigâr.
Bu tedaviye de Sevil vasıta olmuştu.
Yadigâr’ dan oldum olası haz etmemişimdir zaten, “ Ne halin varsa gör “ deyip ilişkimi tamamen kessem mi bu hadiselerden sonra acaba? Yoksa kontrol altına aldığını bildiğim rahatsızlığı yeniden nüksetti galiba deyip Sevil’i arayıp ona bir akıl mı danışsam: Malum ne demişler,” Akıl akıldan üstündür.”
Bu konuda daha çok yazacaklarım vardı ama o kadar güzel kar yağıyor ki şu anda,lapa lapa… Pencerenin kenarına oturup biraz dışarıyı seyir edeceğim. Bakarsın fotoğraf makinemi alıp dışarıya da çıkarım. Çünkü yıllardır böyle kar görmedi buralar. Bakarsın birkaç güzel poz yakalarım, bu da fotoğrafçılık merakımın yeniden depreşmesine sebep olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder