ÇERÇİ İLE SEHA
Bir varmış bir yokmuş. O günlerden birinde cömertlik getirsin diye adı Seha konulan şirin mi şirin bir çocuk varmış. Seha 31 Temmuzda doğmuş, göz açıp kapayıncaya da büyümüş on bir yaşına basmış.
O gün Seha’nın okulda veli toplantısı varmış. Seha bunu daha evvel de yaptığı gibi babasına ve de annesine duyurmamış ama annesi her nasıl oldu ise olmuş veli toplantısı olduğunu öğrenmiş. Son dakikaya kadar da oğluna bu konudan söz etmemiş. Beklentisi şuymuş ki oğlu toplantıyı anımsasın ve kendisine duyursun.
Annesinin bir yere gitmek için hazırlandığını sezen Seha, sormuş:
- Bir yere mi gidiyorsun anne?
Annesi gülümsemiş:
- Veli toplantın var ya bugün.
Seha bozulmuş. Ne diyeceğini bilememiş. Belli belirsiz:
- Veli toplantısı mı, demiş sesinin titremesini sezdirmemeye çalışarak.
- Bugün ayın 24’ü değil mi?
- Bilmem.
Annesi, oğlunu daha fazla sıkıntıya sokmamak için:
- Yirmi dördü, yirmi dördü, demiş. Sen unuttun herhalde.
Seha, suratını buruşturmuş, utanarak başını öne eğmiş. Yanağı da utançtan ve başına geleceklerden kızarmış:
- Her halde, demiş.
Anne ile oğlu arasında bir metre kadar mesafe varmış. Anne oğluna doğru bir adam atmış, onun yanağına bir öpücük kondurduktan sonra,
- Delikten bakmadan kapıyı kimseye açma, demiş. Ben gelmeden de dışarıya çıkma olmaz mı?
Annesi evden ayrıldıktan sonra, her saniye Seha’ya geçmez denilen dakikalar gibi gelmiş. Zaman zaman evi turlamış. Zaman zaman televizyon açmış, zaman zaman teyp açmış zaman zaman bilgisayar açmış ama onların başında oturmak ne mümkün?
Bir aralık okuldan verilen veli toplantı duyurusunu eline almış. Orada veli toplantı saati bile yazılıymış: 10–12
Seha ikide bir saate de bakmaya başlamış. Normalde hızla geçen dakikalar gıdım gıdım ilerliyormuş: 10.30–10.31–10.32…
Saat 12’ye yaklaştıkça Seha’nın yüreği daha hızlı çarpmaya başlamış. İkide bir de pencerenin önüne gidiyor, tülü hafifçe aralıyor annesinin gelip gelmediğine bakıyormuş. Derken, annesini görmüş, görmesi ile de kendisini daha da kötü hissetmiş. Annesinin yanında Serap’ın annesi de varmış çünkü. Serap Seha’nın sınıf arkadaşıymış ve de olumlu manada istisnasız herkesin parmakla gösterdiği bir talebeymiş. Davranışları iyiymiş. Notları da yüksekmiş çünkü ödevlerini zamanında yapar, derslerine imtihan günü teneffüste değil günü gününe çalışırmış.
Seha, derin derin nefes alarak az evvel kapattığı televizyonu açmış. Koltuğa kendine atmış. Çoraplarını çıkartmış. Ayaklarını da sehpanın üzerine uzatmış. Bir taraftan da yıldırım hızı ile olası sorulara ve yükselecek olan sese nasıl cevap vereceğini nasıl mukabele edeceğini aklının erdiğince düşünmüş.
Ve dış kapı açılmış örtülmüş…
Seha da annesini beklemediğini onu gözetlemediğini göstermek istercesine seslenmiş:
- Sen misin anne?
Dışarıdan, sözde soruya jet cevap gelmiş:
- Evet oğlum. Elimi yıkayım geliyorum.
Seha,
-Çöp toplamaktan geliyor sanki, diye söylenmiş. Dışarıdan her gelişte el mi yıkanır.
Ekranda Çelik’in klipi görününce de televizyonun sesini biraz yükseltmiş. Bu arada da annesi içeriye girmiş, Seha’nın tam karşısındaki koltuklardan birine oturmuş.
Seha, annesinin: anne de Seha’nın girizgâh yapmasını beklemeye başlamış:
Saliseler, saniyeler, dakikalar sonrasında Seha, annesine biraz da korkarak sormuş:
- Ne düşünüyorsun?
Seha, annesinden aklının ucundan bile geçmeyen bir cevap almış:
- Babamı.
- Bir şey mi olmuş dedeme?
- Hatırlıyor musun geçen çarşamba gitmiştik.
- Evet.
- İçeriye girdiğimizde soyunup dökünmüş kanepeye uzanmıştı hani.
- …
- O yaşına rağmen bizi görünce toparlandı, hatta bir aralık odadan çıktı giyinip geldi.
- …
- Oysa sen torunusun ben de kızı.
- …
- Niye toparlandı biliyor musun?
Seha, annesine onun istediği ve beklediği şekilde cevap vermek istemiş ama sözlük karıştırma alışkanlığı pek olmadığından kelime hazinesi yetersiz kalmış düşündüklerini tam anlatabilecek cümle kuramamış böyle olunca da tek kelimeyle annesinin sorusuna cevap vermek mecburiyetinde kalmış:
- Niye?
Bu konuşmalar yapılırken Seha’nın ayak tabanları hala annesinin suratına bakıyormuş. Bir taraftan da Seha ,ayak parmaklarını oynatıp duruyormuş.
- Çünkü herkes, kendisine değer verilmesini ister. Toplumun yarattığı değerlerler silsilesi dâhilinde hürmet görmek herkesi mutlu kılar, umursanmazlık ise kim olursa olsun herkesi incitir. Deden bizi görünce toparlandı çünkü bu ona göre bu kendi kelimesi ile ihtiramdı yani saygıydı. Böyle yaparak bizi sevdiğini, bize değer verdiğini, onun için önemli olduğumuzu göstermek istedi.
Annesi bunları söylerken Seha’nın bir kulağı annesindeymiş ama aklı da okuldaki olası konuşmalardaymış. Her an annesinin patlayacağını düşünüyormuş. Annesinin biraz sonra göstereceği tepkinin şiddetini azaltabileceği düşüncesiyle, ayaklarını sehpanın üzerinden indirmiş. Çoraplarını ve pantolonunu giymiş. Güç duyulur bir sesle de olsa “ özür dilerim” demiş, az evvelki koltuğa oturarak beklemeye başlamış. Bir dakika beklemiş, on dakika beklemiş ama annesi toplantı ile ilgili bir şey söylememiş, söylemeye de niyetli gözükmüyormuş. Acaba, annem toplantıya gitmedi mi diye düşünmüş Seha. Öğretmenlerimin hakkımda söyleyeceklerini tahmin ettiğinden toplantıya gitmemiş olabilir mi diye aklından geçirmiş. Ve aklına kendince dâhiyane bir fikir gelmiş.
- Serap’ın notları ne kadar yüksek değil mi anne, demiş. Annesi kim bilir ne kadar gurur duymuştur. Çok övündü mü?
Seha bu sözleri söylerken annesinin yüzüne bakmıyormuş. Annesinden cevap alamayınca merak edip yüzüne bakmış. Annesinin dalıp gittiğini görmüş. Belki de kendisinin söylediğini duymamış bile annesi Biraz da ürkerek, annesinin toplantıya gidip gitmediğini başka bir soru ile öğrenmek istemiş bu sefer de:
- Matematikçi raporluydu, toplantıya geldi mi anne?
Annesi, Seha’nın biraz sesini yükseltmesinin de etkisiyle toparlanmış:
- Geldi geldi, demiş. Tüm öğretmenleriniz katıldı toplantıya.
Seha, matematik öğretmeninin kendisini sevdiğinden ve kendisi hakkında menfi bir şey söylemeyeceğinden adı gibi emin olduğundan sormuş:
- Matematik öğretmenim benim için ne söyledi?
- Senin için de kimse için bir şey söylemedi. Genel konuştu.
- Tüm öğretmenler mi?
-Seha!
Seha, karşısındayken bu şekilde annesinin seslenmesinin arkasından her zaman için bir sürpriz çıkabileceğini bilirmiş. O nedenle adeta nefesini tutmuş. Annesi de onu daha fazla bekletmemiş:
-Biraz dışarı çıkalım mı seninle?
Bu öneri Seha’nın pek canını sıkmış. Gerçi kendisi hiç yaşamamış ailesi modern olan arkadaşlarından pek çoğundan duymuş. Annesi de şimdi onların kervanına katılacakmış. Onu, ya bir parka, ya sessiz bir yere ya bir lokantaya, ya bir yere götürecek onunla konuşacak, sesini yükseltmeden “ Oğlum notların niye bu kadar düşük, öğretmenlerin senden niye bu kadar şikâyet diyecek” sonra da “ yediğinin önde yemediğinin arkada olduğunu vurgulayacak, süpürge yapılan saçlardan bahsedecek, örneklerle raydan çıkan oğluna tekrar raya koymaya çalışacakmış.”
Seha, isteksizde olsa annesinin bu sorusuna olumlu cevap vermiş.
Beş dakika sonra tam dış kapıdan çıkarlarken, Burcan Hanım, seslenmiş. Sesi sertmiş. Belli ki kızgınmış:
- Emine Hanım!
Seha’nın annesinin adı Emine imiş:
- Buyurun Burçin Hanım.
- Benimle gel bakayım.
Emine Hanım, arka bahçeye doğru yürüyen Burcin Hanım’ın peşinden gitmiş. Seha da onları takip etmiş.
Burcin Hanım, arka bahçenin girişinde durmuş, eliyle köpek dışkısını göstermiş:
- İki gündür burada bu, demiş.
Emine Hanım, dışkıya bakmış. Daha bu sabah süpürmüş ama, demek ki atlamış.
- Kusura bakmayın Burcin Hanım, görmemişim, demiş.
- Niye kör müsün? Doğru dürüst yapsan işini, görürsün.
- Alırım sonra…
- Şimdi…
Seha ilk ergenliğin tepkisiyle atılmış:
- Köpek annemin değil ki…
Burcin Hanım, Seha’yı tepeden tırnağa süzmüş. Sonra da hiçbir şey demeden onların yanından ayrılmış, arabasına binmiş gitmiş.
Seha’nın annesinin biraz canı sıkıldıysa da olanlara, oğluna belli ettirmemeye çalışarak:
- Haydi yavrum, demiş Süpürge ile küreği al gel de alıverelim şunu.
Seha sinirini sürdürmüş: “ Git kendin al” diye karşılık vermişse de annesine, annesi bir şey demeden yürüyünce “ annesini yumuşatmak düşüncesi ile” kürek ile süpürgeyi almak için koşmuş ama tam annesinin yanından geçerken, annesi kolundan tutmuş. “ gerek kalmadı getirmiş kadar oldun” manasına öyle bir bakmış ki Seha’ya, Seha bir şey diyememiş. Öylece orada kalmış. Annesinin binaya girişini, süpürge ve kürek ile dışarıya çıkışını, köpek dışkısını alışını kendi ruh halinde izlemiş. Bir taraftan da annesinin az evvelki davranışına tepki olarak “ gitmiyorum, vazgeçtim” diyeceğim kaygısına kapılmış, annesi elini yıkamak için içeri girince ama korktuğu düşündüğü gibi gerçekleşmemiş. Annesi elini kurulayarak gelmiş, oğlunun koluna girmiş yürümeye başlamışlar.
Yarım saat kadar kol kola yürümüşler ana oğul. Tek bir kelime konuşmamışlar. Bu onlar için, birbirlerinin kokularını da alarak, durum değerlendirmesi yapmaları için bir fırsat olmuş. Birbirlerini suçlama yerine, evet ama bunda azıcık da olsa benim de hatam olabilir düşüncesi ile birbirlerini anlamaya çalışmasına vesile olmuş, yürüyüş gayeleri bu olmasa bile.
Bir parkta oturup dondurma da yemişler bu arada.
Havadan sudan sohbet etmişler.
Futbolcu olmayı kafasına koyan yaratılan hoş ortamda annesini biraz olsun sevindirmek için,
- Futbolcu olup çok para kazanacağım ama, önce okuyup bir meslek sahibi olacağım sonra futbolcu olacağım, demiş Seha.
Annesi, okula başlamadan evvel hep “ doktor olacağım” derdin diye gülmüş. Sonra da damdan düşer gibi sormuş:
- Sen hiç beni kitap okurken gördün mü Seha?
Emine Hanım, hiç okula gitmemiş. Okuma yazma kurslarına katılmış birkaç sene önce, heceleyerek de olsa okumayı sökmüş.
Seha:
- Senin okuyamıyorsun ki, demiş.
-Baban okuyabiliyor. . Onu hiç gördüm mü kitap okurken?
Seha bir an düşünmüş.
- Hayır, demiş. Niye soruyorsun ki?
- Dün Nezahat halanlara gitmiştim ya, oraya giderken ne gördüm biliyor musun?
-Ne gördün?
- Bir bilet alayım diye, kırtasiyeye girmiştim, orada bir kadın böyle üç dört yaşındaki oğluna kitap seçtiriyordu
- Nasıl yani. O yaşta okumayı biliyor muymuş çocuk?
- Bende senin gibi düşündüm, sordum yanındaki kadına.
- Eeee
- Bilmiyormuş ama, resimlerine bakarak seçiyormuş. Sonra da evdekiler ona o kitabı okuyorlarmış
Seha, kitap okumaktan haz eden bir talebe değilmiş ama aptal da değilmiş. Kitap sohbetinin “ kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” manasında olduğunu anlamış. Bu durum da keyfini kaçırmış gayriihtiyari boş ver gibisinden ağzını eğmiş, burnunu eğmiş kaşını gözünü oynatmış.
Annesi oğlunun bu davranışını görmüş ama bir şey dememiş.
- Veli toplantısı için okula gitmiştik ya, demiş bir aralık. Serap’ı gördüm.
- Bizim sınıftaki Serap’ı mı?
- Evet.
-O da mı toplantıya gelmiş?
- Yok canım. Annesini getirmiş.
- Tabi dersleri iyi, onun için.
Seha bir şey daha demiş ama parka giren simitçinin sesi Seha’nın sesini bastırmış
-Simitçi, simitlerim var sıcak ve çıtır
Ve hemen ardından başka satıcılar sözleşmiş gibi ardı ardına bağırarak girmeye başlamışlar parka:
- Çanak var çömlek var… Eskilerinizle de değiştiririm
- Limonata geldi, şerbet geldi, su geldi.
- Çekirdekçi burada
- Çerçiciniz şehre indi, atağınıza geldi. Çerçici
Seha buralarda değişik bir parkın olduğunu, bazı zamanlarda pek çok satıcının bir anda buraya geldiklerini özellikle de o an orada olan çocukların isteklerini yerine getirdiğini duymuş ama…
Üst üste satıcılar girince o parkın bu park olduğunu anlamış Seha. Parkta başka çocukların ve insanların olduğunu da o an fark etmiş. Pek çok çocuk satıcıların etrafını çevirmiş. Seha dışındaki çocuklar parka gelen satıcıların özelliklerini biliyorlarmış. Hemen satıcılardan bir şeylerin istemeye başlamışlar:
- Bana bir aslan getirsene.
- Beni Robinson Cruso’nun yanına götür.
- Bu haftaki ödevlerimi benim yerime yapar mısınız?
- Babam beni ve annemi her gün dövüyor, sizde benim yerime onu dövün
Seha, annesini yanında bir süre olanları izlemiş.
Satıcılar, çocukları güldürecek ya da onları hayretler içinde bırakacak bir şeyler yapıyorlarmış, mesela mendilden gül çıkartıyorlarmış, sıkıca bağladıkları bir ipi üfleyerek çözüyorlarmış, çocukların cebinden tavşan çıkarıyorlarmış ama yaptıkları hiçbir zaman çocukların istedikleri değilmiş. Çünkü onlar bu oyunları önceden hazırlıyorlarmış.
Aslında bu satıcılar hem birer çocuk psikologu hem de illüzyonistmişler Oyunla karışık çocukların hayal dünyalarını, beklentilerini, isteklerini, tepkilerini ölçüyorlarmış. Onlara zaman zaman oyunlar arsında onlara hissettirmeden öğütler de veriyorlar bazı olaylar kendi başlarından geçmişler gibi anekdotlar anlatıyorlarmış. Bu eğlenceli dakikalar hem psikologlara hem de çocuklara faydalı oluyormuş.
Kalabalığın ve kahkahaların, hayretlerin iyice arttığı, bazı çocukların üst üste bir şeyleri istediği bazı çocukların ise bir türlü bir şey isteyemediği dakikalarda çerçi birden bağırmış: Çerçi buraya ilk kez geliyormuş.
- Bir dakika susun.
Çerçinin tok sesi bir anda gürültüyü kesmiş. Herkes çerçiye bakmış.
Çerçi, eşeğinin heybesinden içi dolu büyük bir torba çıkartmış ve çocuklara “ bu torbanın içinde sizce ne olabilir.” demiş gür bir sesle.
Çok kitap okuyan kitap okurken de sözlük karıştıran çocukların pek çoğu bunun bir çerçi olduğunu tahmin etmişler ve de tuhafiye mallarından akıllarına gelenleri söylemişler.
Bazı çocuklar ise ki bunlar kelime hazinesi zayıf olanlarmış mel mel bakmışlar.
Bazı çocuklar ise, oradakileri güldürmek için uç sayılabilecek şeyler saymışlar: Kurbağa, nohut, hava…
Çerçi, oradaki çocukların çoğunun talebe olduğunu ve teste endeksli olduklarını bildiğinden:
- Ben size yardımcı olayım demiş ve eklemiş a) çil çil altınlar b) beş tane futbol topu c) çerçi olduğumdan tuhafiye malları, çorap iplik, kazak mazak, çatal iğne d) kitap c) misketi topaç bebek d) hepsinden
Sonra da sözünü bağlamış:
- Sizce hangi şık doğru çocuklar?
Herkes aynı anda bir şeyler söylediğinden kimse bir şey anlamamış
Çerçi:
- Sadece ağustos ayında doğanlar, yanıma gelsin demiş birden. Büyüklerden de kendine doğru yönlenenleri görünce de ilave etmiş:
- Ve on sekiz yaşından büyükler gelmesin.
Çerçi’nin koymuş olduğu kıstaslara orada olanlardan sadece 6’sı uyuyormuş Hepsi heyecanla ve coşkuyla çerçiye yanaşmışlar. Bunlardan biri der Seha imiş.
Çerçi, çocuklardan boy sırasına girmelerini istemiş. Çocuklar hemen boy sırasını girmişler. İlk sırada duran dört yaşındaymış bu nedenle de boyu en kısa olan o imiş. Çerçi:
- Söyle bakalım, demiş. Kuşlarım bana söyledi geçen hafta balkona kuşlar için su bırakacakmışsın sen. Bıraktın mı?
Şevket uzunca bir “ evet” demiş.
Çerçi “aferin o zaman sana” demiş. Benden ne istiyorsun bakayım?
Oradakiler hemen şunu iste bunu iste diye müdahale etmişler. Müdahale bulunanlardan saptayabildiklerini çerçi bahçenin dışına çıkartmış. Onlar bu hafta “hava” alacaklarmış. Bu korku ile diğerleri susmuşlar.
Çerçi tekrar sormuş
- Torbamdan ne çıkartayım sana?
Şevket düşünürken Çerçi elini heybeye daldırmış güzel mi güzel bir uçurtma çıkartmış
- Al bakalım sana güzel bir uçurtma, demiş
Şevket buna çok sevinmiş. Hemen uçurtmasını alıp uçurmak için oradan ayrılmış.
İkinci çocuk, Çerçi’nin sormasına fırsat vermeden:
- Bu hafta odamı hep ben topladım, demiş. İsterseniz anneme de sorabilirsiniz.
Çerçi, el çabukluğu ile oradakilerin şaşkın bakışları içerisinde şapkadan bir güvercin çıkartmış. Ona Esra’nın doğru söyleyip söylemediğini sormuş Sonra da güvercin ona cevap vermiş gibi:
- Tamam, demiş. Madem odasını kendi toplamış, benden ona bir kitap.
Esra kitaba çok sevinmiş. Çığlık bile atmış “ Yaşasın” demiş. Teşekkürler etmiş.
Ve üçüncü sırada Seha varmış. Yani sıra Seha’ya gelmiş. Çerçi, Seha’ya kaşlarını çatarak bakmış:
- Sen yenisin herhalde, demiş.
Seha, biraz ürkek biraz da heyecanlı:
- İlk geliyorum ben, demiş. İlk defa görüyorum sizi. Ben bisiklet istiyorum.
Çerçi:
- Ama biz demiş ilk tanıştıklarımıza ondan çok daha değerli bir şey, veriyoruz.
Seha sevinmiş:
- Tamam, demiş heyecanla.
Çerçi oradaki çocuklara dönmüş:
- İlk tanıştıklarımıza ne veriyoruz çocuklar:
Çocuklar hep bir ağızdan:
- Çok değerli bir şey, demişler.
- Nedir o çok değerli şey?
- Kitap
Kitap kelimesi Seha’nın canını sıkmış. Bu hiç beklemediği bir cevapmış. Bisiklet, top, çikolata, giysi falan varken.
Çerçi,
- Sen kitabı çok değerli bir şey olarak görmüyorsun herhalde, demiş. Suratın ekşidi.
Seha, utanmış “Herhalde görmüyorum” diyememiş. Belli belirsiz:
- Görüyorum, demiş.
Çerçi:
- O zaman demiş, dedikten sonra da elini heybelerden birine sokmuş kalınca bir masal kitabı çıkartmış. “ Bunu sana verelim ve sen de böylece bize katıl” demiş.
Tam kitabı uzatırken, oradakilerin şaşkın bakışları ve alkışları içerisinde çocukların birinden bir tavşan çıkartmış.
Çerçi, oradakilere dönmüş.
- Bu tavşan pek hayra gelmez ama, demiş.
Bu söz orada bulunan herkesi meraklandırmış. Çerçi onları daha da meraklandırmak için tavşanı yanağına yaklaştırarak arkasını dönmüş. Sanki tavşan bir şeyler anlatıyor muş da o da duyduklarına inanamıyormuş gibi bir hava yaratmış:
“ Aaaa…”
“ Yok canım.”
“ İnanmıyorum.”
“ Şimdi vermeyelim mi?”
Herkes neler olduğu hakkında fikir üretiyor fikir üretenlerden bazıları da düşündüklerini yanındakilerle paylaşıyormuş.
Çerçi bir süre sonra, yüzünü oradakilere döndürmüş. Şaşkın şaşkın Seha’ya bakmış.
Elindeki kitabı göstermiş:
- Bu çok değerli şeyi bugün sana verecektim ama bu tavşancık bir şeyler söyledi kafamı karıştırdı demiş. “Bu kitabı almak için sana iftira mı atıyor yoksa söyledikleri doğru mu? “
Seha, ürkerek ve korkarak sormuş:
- Ne söyledi?
- Vallahi ben inanamadım. Sen bu kitabı daha parktan çıkmadan ya parçalarmışsın ya da atarmışsın. Doğru mu?
Seha’nın zaman zaman kitap yırttığı ya da kitap sayfalarından uçak yaptığı bazen de kendisine verilen bir kitabı çöpe attığı olmamış değil ama şimdi nasıl itiraf edecekmiş. Mecburen, zor duyulur bir sesle ” hayır “demiş:
- Ben de inanmadım ama, daha geçen ay, öğretmeninin okuman ve özetini çıkartman için verdiği kitabı sırf okumamak için bilerek otobüste unutmuştum.
Seha, olayı anımsamış, yalan olduğunu bile bile
- Ama ben gerçekten unuttum, demiş
Okumayı çok seven çocuklardan bazıları bu olaya şaşırmışlar.
- Kitap unutulur mu bir yerde, demişler.
- Kitap seven biri bunu yapmaz, demişler.
- O zaman bu çocuk yarın ne yapacak yazık, demişler.
Seha bunları hep duymuş. Bu arada hiç tanımadığı bir çocuk da atılmış:
- Ben bu çocuğu hatırladım, demiş.
Herkes kendisinden yana bakınca da açıklama getirmiş.
- Geçen sene okul biter bitmez bütün kitaplarını çöpe attı. Ben gözlerimle gördüm. Allah bilir hep aynı şeyi yapıyor bu arkadaş. O kitaplardan bile evinde kendine göre küçük bir kitaplık oluşturabilirdi. Ben böyle yapıyorum mesela.
Köşede sessiz sedasız duran bir kız da kendini alamamış lafa karışmış:
- Özür dilerim ama hem bu arkadaşla konuşmak çok sıkıcı
Çerçi,
- Arkadaşın hakkında böyle konuşma demiş.
- Ama ben onun iyiliği için söylüyorum, demiş kız. Konuşurken hep aynı kelimeleri yineleyip duruyor
Çerçi bu cevaba çok şaşırmış gibi yapmış. Beden dili ile de destekleyerek
- Niye öyle oluyor ki? demiş.
Kız, her gün en az yarım saat kitap okuduğundan kelime hazinesi çok zenginmiş. Bu nedenle duygu ve düşüncelerini çok rahat anlatabiliyor, aynı kelimeleri sürekli tekrar etmek zorunda kalmıyormuş. Bu nedenle de niye sorusuna şöyle cevap vermiş:
— Tavşan da söylemiş ya, kitap okumuyor. Böyle olunca da yeni kelimeler öğrenemiyor. Hem bizim kullandığımız kelimelerin anlamlarını da bilmediğinden söylediklerimizi yarım yamalak anlıyor, anlaşamıyoruz. Ne olur o kitabı bana verin. İki günde okur size iade ederim.
Çerçi:
- Gerçekten de kitap okumaktan böylesine nefret ediyorsa delikanlımız bu kitabı ona vermemek lazım belki, demiş.
Tam bu sırada da masal bu ya, eşek anırmış. Çerçi için bu tam aradığı fırsatmış. Oradakilere dönmüş:
- Bir şey söyledi bizimki demiş.
Oradakiler gülüşmüşler.
- Ne söyledi, diyenler olmuş.
- Ne söylediğini bilmek ister misiniz demiş, çerçi verilecek cevabı bilmesine rağmen.
Çoluk çocuk, kadın erkek kız orada bulunan herkes hep bir ağızdan çerçinin sorusuna:
- Evet, demişler.
Çerçi, Seha’yı yanına çağırmış. Kulağına
- Eşeğimim söylediği doğru mu, demiş.
Seha, anlamamış ki eşeğin ne söylediğini. Mecburen susmuş.
- Çerçi bu çocuk var ya bu çocuk üç yıldır bir kez olsun öğretmenine kitap özeti vermedi, dedi.
- Çarşamba günü verecektim ama, demiş Seha Çerçi’nin bile zor duyabileceği bir ses tonu ile.
Çerçi azıcık daha Seha’nın üzerine gitmenin faydalı olacağını düşünmüş. Sadece Seha’nın duyabileceği bir şekilde:
- Gerçekten de eşeğin dediği gibi, bir kere bile mi kitap okuma formu vermedin mi öğretmenine, diye sormuş.
Seha, utanmış tabi. Hayır diyememiş.
- Çarşamba günü verecektim ama. Yemin ediyorum, demiş Çerçi’nin gözleri içine bakarak.
Çerçi, bir an için merak edip sormuş.
- Eviniz de hiç kitap yok mu?
Seha, bu soruya var ya da yok diye cevap verememiş. Eline zaman zaman kitap geçmiş çünkü ama annesi ve babası henüz evlerinde küçük de olsa bir kitaplık oluşturmadıklarından o kitapları ne yaptığını anımsayamamış
- Kütüphaneden yarın alacağım, demiş.
Bu son söz çerçinin hoşuna gitmiş. Hoşuna gitmiş çünkü Seha, bu sözü ile yaptığı yanlışlığın farkında olduğunu göstermiş.
Evet, her anne baba çocukları için evde küçücük de olsa bir kütüphane oluşturmalıymış ama bunu yapamadı ise ya da düşünemedi ise bu vakıa kitap okumamak için bir mazeret olarak gösterilemezmiş. Seha’da bunun farkına varmış.
Sınıflarda, okullarda, semtlerde, şehirlerde var olan ve de ödünç veren pek çok kütüphane varmış
Evde kitap yok ise sınıfta, sınıfta yok ise ilçede ilçede yok ise ilde kitap varmış, yeter ki o kitaba erişmek için gerekli arzu duyulsunmuş.
Çerçi, bir an meraklı gözlerin hala üzerinde olduğunu görmüş. Muhtemeldir ki herkes Çerçi ile Seha’nın ne konuştuğunu ve de çerçinin nasıl bir açıklama getireceğini merak ediyormuş. Çerçi kimsenin beklemediği bir şekilde elindeki kitabı saklayarak:
- Okumuş koşulu ile bu kitabı kime vereyim? demiş.
Orada bulunan herkes en değerli varlıklardan biri olan kitaba sahip olmak istiyorlarmış. O nedenle de, kendilerince bir eda ile de, “ bana, bana verin” demişler.
Çerçi, elleri ile kalabalığı susturmuş. Sonra da
- Kitaba sorayım o zaman, demiş. Kime gitmek isterse ona vereyim. ve gerçekten de elindeki kitaba sormuş “ Söyle bakalım kitap, okunmak için kime gitmek istersin?”
Herkes, çerçinin bu suali üzerine suspus olmuş. Herkes nefesini tutmuş, kitaptan gelecek cevabı beklemeye başlamış.
Bir saniye, beş saniye, on saniye derken Çerçi’nin kitabı bir anda Çerçi’nin el çabukluğu ile adeta uçarak Seha’nın eline varmış. Varmasıyla da itirazlar gelmiş:
“Ama Seha kitap okumuyor.”
“ O bu değerli şeyi hak etmedi.”
“ Fakat bu bir haksızlık! “
“O bunun değerini bilmez, kitaba yazık.”
Çerçi, artan itirazlar üzerine ellerini birbirine vurmuş ve öyle kuvvetli bir ses çıkartmış ki orada bulunan herkes bu sesten ürkmüş, susmuş.
Çerçi’nin de isteği buymuş zaten.
“ Küçük dostlar büyük dostlar “ demiş. “ Seha’nın bu zamana kadar kitap okumaması bundan sonra da okumayacağının kesin bir kanıtı olamaz. Bir fırsat verelim ona.”
İtirazlar sürmüş.
Çerçi, kuvveti kolları ile Seha’yı havaya kaldırmış ve onun kulağına “ Burada bulunanlara öyle bir şey söyle ki, evet buna bir şans daha verelim sonra da sonucu bekleyelim desin burada bulunan herkes.” demiş.
Seha, gözleri ile kalabalığı süzmüş. Onların jest ve mimiklerinden aklından geçenleri okumaya çalışmış kendince de okumuş ama bu okumadan pek de memnun kalmamış.
Ve birden, öğretmeninin yumuşak tatlı sözleri gelmiş usuna “ Kitap okumadığın için sana kızmıyorum ama üzülüyorum ve bir gün seni kitap okurken görürsem çok sevineceğim, çok mutlu olacağım hem kendim için hem de senin için.”
Seha’nın gözleri bir anda kalabalığın içerisinde annesini bakmış bakmış ama gözleri annesinin gözleri ile örtüşmemiş. Annesi kim bilir neden çerçinin kollarındaki oğluna değil uzaklarda bir yere bakıyormuş. Seha o an “şimdi burada öyle bir söz edeyim ki demiş, annemin gözleri parlasın ve bana dönsün.” Bu heyecanla da ağzından şu cümle gayriihtiyarî olarak çıkmış:
“ Yarın öğretmenimi sevindireceğim”
Bir öğretmeni sevindirecek önemli şeylerden birinin “ öğrencilerine verdiği bir vazifenin öğrenci tarafından yapılması “ olduğunu bilenler son cümleyi konuşulanlarla da ilintileyerek:
“ Soracağız ama” demişler.
Seha, kararlı bir şekilde:
- Sorun, demiş.
Çerçi, ortaya çıkan ses gürültüsüne sesini yükselterek son vermiş:
- Haftaya bugün gene buradayız. Hoşça kalın.
Bu bir masal ya, çocuklardan bazılarının canı sıkılmış, bazıları “ bu ne iş” demiş bazıları olanları ve söylenenleri o an unutmuş.
Ve gözler açılmış, kapanmış… Gün olmuş devran dönmüş, zaman akıp gitmiş.
Çerçi toplanan Kalabalılığa a seslenmiş:
- Seha. dün kitap okuma formunu öğretmenine verdi.
Ve o an gökten üç değil beş elma düşmüş:
Biri, bu masal oluşturanın başına
Biri, Seha’ nın öğretmeninin ve onunla iş birliği yapan çerçinin başına
Biri, doğru yolu bulan Seha’nın başına.
Biri güzel ya güzel bir masal değil diyenin başına…
Biri de, anlayanın ve de henüz anlayamayıp da anlamaya çalışanın başına.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder