YAZ ŞURAYA
— Ne diyorsam onu yap sen.
— Niye?
— Ne demek niye?
— Niye senin dediğini yapayım?
— Çünkü ben doğru söylüyorum.
— Nereden belli?
— Bırak lafazanlığı. Doğru değil mi şu söz:” En silik yazı bile en kuvvetli hafızadan iyidir.”
—Yani…
— Yanisi manisi yok bunun. Şöyle bir yokla hafızanı.
— Yokladım
— Nice nicesi var değil mi? Unutmam dediğin ama unutup gittiğin nice mısralar, nice sözler nice projeler…
— Senin yok mu?
— Canım benim de var elbette.
— O zaman niçin hep “sen sen” diyorsun.
— Öyle falan dediğim yok. Lafın gelişi benimki.
— İşin kolayını bulmuşsun sen. Lafın gelişi, lafın gelişi…
— Sahi bugün ne yapacaksın sen?
— Bugün ne mi yapacağım? Hiç…
— Nasıl yani?
— Basbayağı hiç. Hiç bir şey yapmayacağım. Ya sen?
— Farkında mısın? Hep yerimizde sayıyoruz. Bunun nedeni bugün, yarın, bir ay sonra, bir sene sonra ne yapacağım sorusunu kendimize sormamaktan mı kaynaklanıyor acaba?
— Vay, ara sıra çalışıyor senin mübarek kafa ha.
— Gel bugün bir şey yapalım seninle.
— Ne yapalım?
— Bilmem. Yapalım işte bir şeyler. Mesela, mesela… Mesela.
—Ha ha ha!
— Ne oldu neden manalı manalı güldün dostum?
— Hiç, şey bu soruyu Kâzım’a sorsaydın ne derdi acaba ha?
— Kâzım’a mı?
- …
— Ha şu Kâzım! Nerden geldi aklına şimdi? Vallahi ne adam değil mi?
— Nasıl yani?
— Yani, bizim gibi orasını burasını kaşıyarak, ağzını burnunu eğerek mesela, mesela demezdi, çok fazla düşünmezdi. Şakır şakır bugün şunu, şunu, şunu yapacağım derdi.
— Sahi ya, adamın her şeyi planlı… Hani merhabamız var, o kelimeyi kullanmak istemiyorum.
-…
— Ne o, niye daldın öyle?
— Şimdi, eeee şöyle düşün, koskoca bir okyanus…
— Ee?
— İçinde yelkenliler, gemiler, yatlar…
— Üzerinde katlar.
— Katlar matlar, bozma şimdi havamı.
— Hade bakalım.
— Ama bak lâfebeliği yok tamam mı? Biraz sonra bir soru soracağım sana, hani kıl kıl cevaplamayacaksın.
— Emrin olur ağabey.
— Bak ne dedim az evvel. Havamı alma. Oradan bir yere varacağım. Çok önemli ama…
— Ooooo, önemliyse tamam. Susarız, dinleriz, cevaplarız.
— Sulandırmadan ama, lütfen…
— Sulandırmadan.
— Gemiyi bırak şimdi. Yelkenlideyiz.
—Ee!
— Hafif de bir rüzgâr
— Tamam, tamam anladım ne söyleyeceğini?
— Ne söyleyeceğim?
— Canım hemen kızma öyle, yükseltme sesini.
— Hayır, ne söyleyeceğim şimdi? Söyle bir de ben de bileyim.
— O rüzgâr hangimize yardımcı olur diyeceksin?
—Haaaaa…
— Tabiî ki bize yardımcı olmaz Olamaz. İstese de olamaz.
-…
— Dur ya, niçin öyle iç geçirdin?
— Amaçsız, plânsız insana kim, ne yardımcı olabilir ki? Bak orada, o rüzgâr, Kâzım’a yardımcı olabilir çünkü o nereye gideceğini oraya gitmesi için neler yapması gerektiğini hep bilmiştir. Ödülünü de, hep ne derdik ona, hâlâ da deriz ya ne demişizdir ona?
— Hep dört ayağın üzerine düşer, kedi gibi.
-…
— Bak, bugün ne yapacağız dedik cevap veremedik. Yarın ne yapacağız?
-…
— Bir hafta sonra…
- ?
— Üç dört yıl sonra emekli oluyoruz. Ne yapacağız?
— Kader nereye sürüklerse… Biliyor musun, belki inanmayacaksın ama geçen gün bu soruyu lâf olsun diye Kâzım’a da sordum ben. Ne dedi biliyor musun?
— Ne dediğini bilmem ama… Bakalım demediğinden adım gibi eminim.
— Demedi.
— Hiç de dememiştir.
— Demedi.
— Ne yapacakmış?
— Bakalım demedi, hiç de demedi bizim gibi.
— Onu anladık da. … Ya neyse tamam, söyleme boş ver ne dediğini.
— Asıl söylenmesi gerekeni söyledim değil mi. Bugün ne yapacağımızı söyleyebilseydik akşam da neler yaptığımızı söyleyebilirdik be.
— Ne söylediğini kendin anladın mı?
— Tamam dostum, bugünlük bu kadar felsefe yeter bize. Bu yaştan sonra şeye kadı olacak değiliz ya.
— Efendim?
— Ne o, o ne bakış öyle?
-…
— Bu yaştan sonra…
-…
— Mutsuzluğun, başarısızlığın, yaşlılığın anahtar kelimeleri mi bu yaştan kelamı, ne dersin?
— Aaaaa, yetti. Ben bu kadar mütalaaya gelemem.
Kalktı, televizyonu açtı. Gözler beyaz cama odaklandı, saatlerce kahkahalardan,”aaa ”dan ,”ooo” dan başka da bir şey duyulmadı, kimin kiminle ne yaptığı, kimin kaçıncı sevgilisinden niçin ayrılığı, kimin yat kat aldığı bir güzel öğrenildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder