ŞUNDAN ve BUNDAN
-Bak, bir kere, kabul etmek gerekir Sümer, bizden adam olmaz...
—Yahu, biz böyle gelmişiz böyle gideriz... Onun için böyle konuşma.
—Doğrusu... Bilemiyorum.
-Yahu, bilsen ne olacak bilmesen ne olacak bundan sonra? Kabul etmek lazım derim ben... Sende kabul et... Biz, unumuzu elemiş eleğimizi asmış insanlarız.
Çakırkeyif olmuşlardı.
—Evet, öyle öyle belki ama...
-Yoo, bunun aması maması yok; kandırma kendini.
— Ne bileyim hani geçen gün Turgut’u gördüm de.
-???
—Tek dersi kalmış.
—Bırak şimdi şunu... Elli yaşından sonra üniversiteyi bitirip de ne olacak, söyle bana ne olacak?
-...
—Söyle hade... Durma söyle... Ne olacak?
—Evvelsi günde...
—Hı?
-Her şey de beni buluyor (iç geçirerek) Semih Bey’i gördüm.
—Semih Bey?
-Hani canım vardı ya, bir tarihte gelmişti de, bizim almayı düşündüğümüz çiftlik için,”Siz almıyorsanız ben alayım.” Demişti.
-Haaa, o mu? Tamam... Eee?
-İhracata başlamış bu sene. Bilirsin, biz Ercan Ağabey’e ağabey deriz. Ercan Ağabey’de ona ağabey der...
—İhracata başlamış ha?
Gazetelerde resmini görmüştüm geçenlerde, ne yalan söyleyeyim, inanamamıştım.
—İflas eder diyordum ben.
—Turgut’a da bir seneye kalmaz kovarlar okuldan diyordun
Cevap vermedi. Uzandı masanın üzerindeki içki şişelerinden birine. Aldı; açtı. Bıraktı...
Dirseklerini masaya dayadı; eğildi:
—Duydun değil mi? Dedi yavaş bir sesle.” Mümtaz ağabey çıkmış.”
Sürpriz bir haberdi bu Sümer Bey için:
— Yapma yahu?
Sevinmişti.
—Çıkmış ha!
Sordu:
—Geçmiş olsuna gittin mi?
Doğruldu, eski halini aldı Kemal Bey:
- Fakat duyduğuna göre, durumu pek iyi değilmiş, dedi.
Sümer Bey, kendince anlamıştı, uzun uzun başını salladı:
—Tabi ya, yaş yetmiş olmuştur, aşmıştır belki de...
Az evvel açmış olduğu şişeden, bardaklara içki doldururken konuştu Kemal Bey:
—Duyduğuma göre, sıvamış kolları...
-...
— Fransızca kursuna yazılmış...
—Yani, bildiğimiz Fransızca kursuna?
Kemal Bey, içkisinden bir yudum aldı:
-Yaa, dedi.
—Peki ama niye?
-Yahu, sende hani ,bazen bir soru soruyorsun ki...
—Peki Suat ne diyormuş bu işe? Demiyor muymuş kırkından sonra azanı...
—O mühim değil de, iki dirhem bir çekirdek düşüyormuş yola.
—Yazık be... Üzüldüm bak... Tüh be...
—Tabii ki kolay değil ama gene de işte. Kırk sene yat hapislerde... Demek ki şey oldu ha; şey olmuş?
-(Umduğunu bulmuşların haliyle) Bak... Bak sende öyle sandın.
-...
—Selami’yi tanırsın... O da aynı kursa gidiyor.
—O niye gidiyormuş?
—Çalıştığı yer gönderiyormuş onu da ama...
-...
—Ağabey zehir gibi diyor, hepimizi koydu geçti diyor.
—Yapma yahu?
—İçkisinden bir yudum alarak) Etrafına üşüşenlere, hani, nasıl girdiğini falan soranlara, anlıyorsun ya: “Olan oldu geçen geçti diyormuş.” Geçmiş geri gelmez, mühim olan gelecektir” diyormuş.”Ama geçmişten ders alarak” diyormuş...
—Bilirim onu... Güçlü adamdır; yapar...
Telefon çaldı. Sümer Bey’in yanındaydı telefon, uzandı aldı. Kısa konuştu.
-Sümerli’ydi arayan dedi ahizeyi yerine koyarken.”Biri vardı da.” Suratını buruşturdu.” Tüh be...” dedi. Olmamış, ümitliydim hâlbuki.
İçkisinden bir yudum aldı:
— Hanımın kardeşinin bir işi vardı da, diye açıkladı.
—Hanım dedin de, daha çok kalacak mı annesinin yanında?
—Yarın, yarın dönüyor.
—Öyle ise kalkayım ben, dedi Kemal Bey ve kalktı.
—Dur yahu, dedi Sümer Bey. Şaşırmıştı. Bu da nereden çıktı şimdi?
—Gideyim ben.
Yürümüş kapıya varmıştı. Çakmağı aklına geldi, döndü...
—Yarın karın geliyormuş ya.
—Atsana şu çakmağı sen.
Çakmağı attı Sümer Bey...
—Vallahi ömürsün...
— Başka zaman tamamlarız.
Döndü, kapıyı açtı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder