14 Mayıs 2010 Cuma

…................................HİKAYE …...............................................
AKİF BEY VE ÇOCUK
Akif bey, bir süre gözlerini semaya dikerek durdu. Hatırlamaya çalışıyordu babasının mezarını. Sağına soluna berisine ilerisine baktı. Babasının defnedildiği yerde dikkati çeken bir yer var olup olmadığını hatırlanaya çalışıyordu.
Olmadı. Anımsayamadı. “ Ya Allah kerim!” düşüncesi ile ağır ağır yürümeye başladı. Zaman zaman bazı mezarların başında durdu , mezar taşlarında yazılanları okudu. Doğum tarihi...Ölüm tarihi... Adı soyadı. Ruhuna Fatiha.... Memleketinin adı... Bazılarında ilginç şeyler yazılıydı onları okudu. Epeyce bir gitti.
Selamunaleyküm amca.
Kendine geldi. Selam verene baktı.
Aleykümselam, dedi.
Yakınların mıydı?
Kim?
Neredeyse bir saattir takıldın kaldın da. Bir şu mezara bir şu mezara bakıyorsun da?
Akif Bey, meseleyi anladı:
Haaa, dedi. Yani bakılmayacak gibi mi?
Nasıl yani?
Mezarlardan birinin taşını gösterdi. Sordu:
Garibim kaç yaşında ölmüş?
Kaç yaşında mı ölmüş.
Baktı. İçi burkuldu.
Canıııım, dedi. Doğduğu gün ölmüş. Kader işte...
Bir de şuna bak. Bu kaç yaşında ölmüş?
Bu... Hemen hesaplayamadı. Biraz düşündü, gene olmadı. Cebinden çıkardığı kalem ile eline kabirdekinin doğum tarihini yazdı ölüm tarihini yazdı. İşlem tamam olunca sonucu söyledi .Yüz on dört. Vay be.... Maşallah.
Ne garip tesadüf değil mi? Yanyana düşmüşler.
Yani...Sen kaç yaşındasın amca?
Akif Bey, böyle bir soru beklemiyordu. Soruyu soranı tepeden tırnağa süzdü.
Kaç görünüyorum, dedi. Cevabı almadan da ekledi: “ Niye böyle bir soru sordun ki?”
Hiiiiç. Birden aklıma geldi. Yaşını söylemeyenlerden misin?
...
Hem sorması ayıp olmasın ama sabahın bu saatinde ne işin var burada senin?
Niye ki? Gelemem mi?
Kızma amcacığım. Hani moralin bozulur diye şey dedim.
Akif Bey, normalde hazırcevap bir adam değildi. Espri yeteneği de yoktu. Bir istisnayı gerçekleştirdi:
Yani şimdi sen bana, buraya temelli gelmene az mı kaldı diyorsun?
Estağfurullah amca. Daha gençsin sen. Acelen ne?
Az evvel yaşın kaç derken, yaşın kemale ermiş artık imasını yapıyordun.
Yok amca, deli misin? Ekmeğini ben mi veriyorum?
Ekmeğini ben mi veriyorum?
….
Ekmeğimi sen verseydin yeter artık mı diyecektin yani?
Offf amca. Sen de her şeyi ters anlıyorsun? Su getireyim mi ? Döker misin?
Yok yok. Bunlar benim değil. Öyle gezerken gözüm takıldı.
Sen kimi ziyarete geldin?
Hiiiç?
Bu saatte hiç olur mu be amca. Karına mı?
Ağzından yel alsın dur.
Manitana mı?
Sabah sabah!
Şaka yaptım amcacığım kızma.
Kolunda “ görevli” kolluğu olan adam, ceketini düğmesini ilikledi:
Yanlış bir şey ettiysek kusura kalma amca, dedi. Yani seni bu saatte böyle görüncü, hani nasıl deyim kafanı dağıtmak istedim belki. Kusura kalmadın değil mi?
Yok yok.
Yapabileceğim bir şey var mı? Şimdi telefondan falan ararlar.
Yok Sağ ol.
Bak varsa, öteki taraftaki arkadaşları çağırayım:
Öteki tarftaki arkadaşlara “ Alın gidin mi bu adamı cehenneme diyeceksin.”
Estağfurullah amca. O ne biçim söz. Öteki taraf derken 2. nolu kapıdaki arkadaşları şey yaptım. Ben burada yalnızım, orada beş altı arkadaş var.
Niye herkes orada?
Burası eskidi. Orası yeni daha.
Yani buradakiler unutuldu mu artık?
Bayram seyran dışında kırk yılda bir.
Akif Beyi derin bir iç geçirdi. “ Hayat!” dedi. Ve akabinde başı ile, biraz da sohbetten sıkıldığından, başı ile kapıyı işaret ederek:
Arayan marayan olur dedin. Daha fazla tutmayayım ben seni.
Haklısın amca. Ben gideyim, dedi görevli. Elini hafifçe başına doğru götürerek hoşça kal dedi, görev yerine doğru yürüdü. On beş metre kadar ilerlemişti ki Akif Bey, seslendi:
Oğlum!... Oğluuuuum.
Görevli durdu. Döndü:
Bana mı seslendin dayı?
Buralarda taksi bulunur mu? Bulunursan buraya bir taksi göndersen.
Bu saatte bakayım ben, yoldan geçen olursa çevireyim bir tane.
Hay yaşa. Sana zahmet olacak.
Ama bu saatte epeyce bir zaman geçmeyebilir de.Senin şansına.
Benim şansıma kaldıysak....
Ama dur ya, ilerideki taksi durağında bir arkadaş var benim. Murtaza...Onu arayayım oradan bir araba çağırayım senin için.
Tamam, ben şu bankta oturayım.
Görevli görev yerine dönerken cep telefonunu çıkardı. Akif Bey'de birkaç metre ötesindeki banka doğru yürümeye başladı. Nereden çıktığını farkedemediği bir çocuk elinde küçük bir süpürge ve pet şişede su ile yanında belirdi:
Su lazım mı ? Mezarını da temizlerim.
Çocuk altı-yedi yaşındadı. Akif Bey, çocuğu süzdükten sonra sordu:
Benim mezarım yok daha, dedi.
Çocuk anlamadı. Anlamadığı göstermek k için de bir filmde gördüğü bir davramışta bulundu. Suratını buruşturarak çenesini kaşıdı.Akif Bey'de görmüştü aynı filmi. Çocuğun davranışı sempatik geldi. Gayriihtiyari gülümsedi. Etrafına bakındı. Sonra da çocuğa :
Şu alttan dördümcü mezar var, hade ona döküver, dedi.
Çocuk Akif Bey'in gösterdiği yere baktı. Emin olmak için düşündüğünü doğrultmak istedi.
Selvi ağacının bu tarafındaki değil mi abi?
Ağabey sözü hoşuna gitti Akif'in Bey'in. Gülümsedi.
Evet evet o, dedi. Hade bakalım.
Çocuk koşarak gitti, suyu döktü geldi.
Ama abi, dedi gelince de. Çok kurumuş. Bir daha getirip dökeyim mi?
Çocuğun ikinci kez ağabey demesi Akif Bey'in moralini de düzeltti. Kendisine ağabeyi denilmeyeli yıllar olmuştu. İlk ağabey alışkanlıktan olabilirdi belki ama ikinci kez yinelenmesi sözün ilk gençlik çağındaki bir çocuktan hala ağabey denilebilecek yaşta olduğunun bir göstergesiydi sanki.
Çoktan beri yurt dışında olduğumdan uğrayamadım. Malum yağmur da yağmıyor epeydir. Hade bir şişe daha getir de dök. Etraflarını da bir süpür ha.
Akif Bey, henüz sözünü bitirmeden çocuk koştu.
Akif Bey, gözlerini oğuşturdu. Ne zaman içinde anlam veremediği bir garip hissetse öyle yapardı. “Çoktan beri yurt dışındaymış” yalanı...
Köstekli saatini yelek cebinden çıkartıp baktı. Babasından yadigardı. Ona da babasından kalmıştı. Babasının mezarını bulabilse idi, onun başı ucunda çıkartıp bakacak, bir anlamda “bak hatıranı saklıyorum” diyecekti.
Tamam abi, suyu döktüm. Etrafını da süpürdüm. İstersen gdip bakabilirsin...
Çocuk görevini tamamlamıştı. Kibar bir duruşla Akif Bey'in karşısındaydı. Emeğinin karşılığını bekliyordu.
Akif Bey,
Sağ ol, evladım., dedi.
Cüzdanını çıkartmak için elini ceketinin iç cebine attı. Cüzdan yoktu. Dünkü cekette kalmıştı cüzdan. Ayağa kalktı, pantolonun ceplerini karıştırdı. Hiçbirinde beş para bile yoktu. Canı sıkıldı. Cocuğun yüzüne baktı.
Evladım dedi, kusura bakma ne olur. Hiç para almamışım yanıma.
Çocuk, belli belirsiz gülümsedi. Ceplerinde para aradığını görmüştü Akif Bey'in. Zor duyulur bir sesle:
Olsun, dedi. Oradan ayrılmaya hazırlanırken de ekledi: “ İyi günler.”
Hakkını helal et ama, olmaz mı?
Çocuk ,
Tamam, dedi,. Ama sen de anne ve babama bir fatiha oku...
Niye?
“Niye” ye şaşırdı çocuk. Akif Bey de toparladı.
Annen baban.... dedi. Gerisini getirmedi. Düşündüğünün gerçek olamayacağını , söyler ise gerçekleşebileceği gibi bir duyguya kapıldı. Çocuk yardımcı oldu.
İkisi de öldü de...
Akif Bey'in içi acıdı. Cocuğu tepeden tırnağa bir başka süzdü.
Sen kiminle kalıyorsun şimdi?
Dedemle.
İyi bari. Deden ne iş yapıyor.
Dedem yatalak. Kalkamıyor.
Akif Bey yere yığılıverecek gibi hissetti kendini. Son bir gayretle banka oturdu.
İleride bir yerde bir araba durdu. Birkaç insan indi arabadan. Çocuk da, “iyi günler...” diyerek oraya doğru koştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder