HAYROLA!
1
“ Sabah sabah ne yapıyorsun Allah aşkına?
Biraz bekledi. Seslenmenin sonu gelmeyince cevap vermedi. Belli ki uyku uyanık arası bir şeyler söylemişti.
Pencerenin yanına gitti. Perdeyi araladı. İstisnalar hariç, lambası yanmayan evler gördü.
Sokak lambaları programlanmış olmalıydı hava aydınlanır gibi olunca hepsi birdenbire söndü.
Banyoya gitti. Musluğun önüne az evvel koyduğu kova dolup taşmıştı.. Kovayı aldı ,yere bıraktı. Eli ile tarttıktan sonra oraya kadar taşıyamayacağı kanaatına vardı epeycesini döktü.
Arka bloktaki Abbas Bey, muhakki bu saatte kalkmıştı. Balkonda olma olsılığının yüzdesi fazla idi.
Abbas bey kalkmış mıdır?Abbas bey balkonda mıdır? Beni bu durumda görür de ne düşünür? Ne söyler? Bunların sonu yoktu ama Abbas Bey'in evinin önünden geçmek zorunluluğu vardı Tezcan Bey için.
Abbas Bey erken kakardı, mevzu bundan ibaretti... Olasıkların olası yaşamı çekilmez kılardı, mesele bu kadar da basitti..
Tezcan Bey'in Abbas Bey'i öylesine tanırdı. Hakkında ondan bundan bazı şeyler duymamış değildi. Duydukları kadarıyla haz etmediği huylardan onda çok miktarda olduğu kanaatı onda hasıl olmuş bundan ötürü de şimdiye kadar sözlü olarak “ merhaba” denilmesinede demeye de olanak tanımamıştı.Geçen günkü bina toplantısında Abbas Bey'in gelmemesinden istifade ederek epeyce bir hakkında ileri geri konuşanlar olmuştu. Konuşmuşlardı. İsmini anımsayamayacağı bir komşusu da toplantı bitiminde yeni seçilen yöneticiye “ Balkonda oturmasına elbette bir şey diyemeyiz ama, gelip geçene laf atmasın., münasip bir lisanla iletiverin” demişti.
Tezcan Bey'i sıkıntı bastı. Perde arasından Abbas Bey'i gözetmesi olanaksızdı; baksa bile göremeyeceğini bildiği halde bir mucize gibi perdeyi aralayıp baksa da olmazdı. Biri görürdü maazallah, meseleyi bilmediğinden ötürü de yanlış anlayabilirdi. Abbas Bey'in içeride yakalayacağının garantisi de yoktu. Bugün yağmur yağmayacağı meteorolojinin( hava bilgisinin) açıklaması ile belliydi ve de durum acildi. Eylemini gerçekleştirmez ise rahatsız olacağından emindi , hatta vicdan azabı duyacağından da.
Geçen gün İnal Bey'le ayaküstü sohbet ederken İnal Bey, onun hakkında küçük bir anekdot anlatmıştı övünerek,
“ Sorması ayıp olmasın İnal Bey ama, oğluna sevise vereceğine sen arabayla giderken mektebe bıraksan da servise vereceğin parayla yoksul birinin derdine derman olsan olmaz mı?” deyince damdan düşer gibi, ben de “Derdi sana mı düştü. Hem benden akıllı olduğunuzu sana kim söyledi.” diye ağzının payını verdim demişti.
Tezcan Bey kovayı aldı. Aşağıya indi. Abbas Bey'in balkonuna korkarak baktı. Şükür yoktu. Bu bir mucize olmalıydı. Sevindi. Adımlarını ne olur olmaz diye açtı. On metre kadar sonra nasıl olduğunu anlayamadı, karşısında Abbas Bey'i gördü. Görmemezlikten gelerek biraz kenara kaydı ,ama Abbas Bey koluna hafifçe dokunarak:
Hayır ola komşu? dedi. Elinde kova sabah sabah.
….
Hani arabanda yok ki onu yıkamaya gidiyor desem.
Tezcan Bey, belli belirsiz gülümsemeye çalıştı:
Kusura bakmayın görmedim, demek zorunda kaldı. Ve de ekledi, “ Merhaba.”
Hayırdır ?
Tezcan Bey, kem küm etti, söyleyecek hiçbir şey aklına gelmedi. Oysa evden çıkarken böyle bir soruyla karşılaşırsa ne diyeceğini kendi mantığınca belirlemişti.
Abbas Bey, öğrenmek istiyordu.
Evet. Bir şey söylemedin.
Tezcan Bey, gayriihtiyari, Abbas Bey'in kulağına doğru biraz eğildi, gideceği yer gözüküyordu, eliyle işaret ederek,” Çok kurumuşlar. Şu suyu oraya döküvereceğim.” dedi.
…
Belki inanmayacaksınız ama, ne bileyim hani rüyamda gördüm de.
Abbas Bey bir Tezcan Bey'in gösterdiği yere bir Tezcan Bey'e baktı:
Niye ki? Sizin mi?
Değil tabi de. Ne bileyim, susuzluktan kurumuşlar, kuramayan birkaç tanesini gördüm,
kıyamadım. Şimdi ne kadar suya gereksinimleri vardır diye düşündüm.
- ???
…
Rüyamda gördün demiştin.
Rüyamda da gördüm de, şeyde de gördüm. Gelirken giderken.
...
Tezcan Bey, Abbas Bey'in bir şey dememesine bozuldu. Belli belirsiz manasızca gülümsedi, boşta kalan eli ile hoşça kal işareti yaptı. . Canı fena sıkılmıştı. Otluğun yanına gidince şeytan dürttü, dönüp baktı. Abbas Bey, hala oradaydı. Kendisine bakıyordu. Daha da sıkıldı canı. Bir an suyu öylesine boşaltıp dönmek istediyse de “ sakin ol” telkininde bulundu kendi kendine. Derin derin birkaç kez soluk alıp verdi. Kendini “ Aferin Teycan “ diye azarladı. “ Sanki bir suç işliyorsun.” Göz ucuyla bir kez daha Abbas Bey'e baktı. Abbas Bey, hala oradaydı, hala kendisinden tarafa bakıyordu.
Ölmek üzere olan nebatlar dağınıktı. “ Bağışlayın beni” dedi. Suyum az. Üzerinize serpsem işe yaramaz.”
Abbas Bey'e baktı, hala oradaydı. Orada olmasından da öte yanında biri de vardı. Büyük olasılıkla, kendisi hakkında mütalaada bulunuyorlardı. Belki de gülüyorlardı. Gülme olasılıkları az evvel kendine gelir gibi olan Tezcan Bey'in rusal gerilimini gene arttırdı.. Elindeki kovayı, yaprakları iyice pörsümüş, solmuş otlardan birinin dibine acele ile boşalttı. Akabinde de koşar adımlarla uzaklaştı.Köşeyi dönünce kafasını hafifçe çıkartarak Abba Bey'e baktı. Oradaydı, az evvelki kişi ile beraber.
Bunun neye alamet olduğunu çıkartmaya çalışırken bir polis otosu biraz ötesinde durdu. Belliki ekip otosunun dikkatini çekmişti davranışları.. Kendine gözlüyorlardı. Daha fazla orada duramazdı artık. Polislere doğru baktı, gülümsedi. Şüpheli değilim ben o nedenle sizden korkmuyorum dercesine karşı tarafa geçti, polis aracının yanından yürüyüp gitti. Yan sokak girişine kadar gittikten sonra geri dönüp baktı. Polis aracı oradan uzaklaşmıştı. Abbas Bey'le yanındakiler de ( üç olmuşlardı) otlukta incelemede bulunuyorlardı. Kahkahaları, “ Ne tip adamlar var ya” sözleri Tezcan Bey'in kulağına kadar geldi, ya da ona öyle geldi oradan ayrılırken.
Tezcan Bey, arka sokaktan evine döndü. Kapıyı açıp içeri girince kovayı yere bıraktı, suçlu oymuş gibi tekmeyi vurdu; o da önce duvara çarptı sonra geri döndü Tezcan Bey'in diz kapağına vurdu. Fena yandı canı Gürülteye ve Tezcan Bey'in “ah!”ına evdekiler uyandı. Onlardan ikisi olay yerine koştu. Bir mana çıkartamaya çalıştıklarından ilk etapta bir şey söyleyemedilerse de, azarı işittiler:
“ Ne var, ne bakıyorsunuz? Bir şey mi oldu? Ayı mı oynatıyorum?
“...
“ Hem bu kovayı kim bıraktı buraya?”
Tezcan Bey, cevap verilmesini beklemeden odasına gitti ; çarçabuk giyindi, giyinirken de esti gürledi sonra da vakit yitirmeden ve de kimsenin bir soru sormasına, kimsenin söz söylemesine fırsat vermeden de evden ayrıldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder